FAHRENHEİT 451 ( RAY BRADBURY )

Author: typhoon_92 / Etiketler:



Yakmak bir eğlenceydi.
Her şeyin alevler tarafından yutulmasını, alevlerin içinde kararmasını ve değinmesini görmek Özel bir zevkti. Ellerinin arasında tuttuğu sarı marpuçla, petrol zehi-rini dünyanın üzerine kusan büyük bir piton yılanını andırıyordu. Elleri, tarihin parçalanmış, ve kömürleşmiş kaim tılannı tamamen yok etmek için, ateş ve kıvılcım senfonisini idare etmek isteyen bir mayestronun ellerine benziyordu.
Beyni uğulduyor, şakakları zonkluyordu. Başında 451 numaralı sembolik miğferi vardı. Daha sonra olacakları düşülünce gözlerinde turuncu kıvılcımlar parıldayıp söndü, Parmağının bir hareketiyle ignitöre basınca ev, gökyüzünü kırmızı, sarı ve siyaha boyayan alevlerin ortasına doğru fırladı. Kıvılcımların arasında uzun adımlarla yürüdü. Evin önündeki çimenlerin üzerinde, kanatları kırık ölü güvercinler gibi kitaplar duruyordu. Kitaplar, hafif bir rüzgârla dönerek yükselen kıvılcımların ortasında kömürleşiyordu.
Montag, acıyla gülümsedi,
itfaiye merkezine döndüğü zaman yanık mantar rengindeki yüzüne bakacak ve gülümseyişini görecekti. Daha sonra uyuduğu zaman, yüz adelelerini geren bu tebessümünün hic bir zaman kaybolmayacağını biliyordu.
Simsiyah miğferini parlatarak astı; ateşe dayanıklı ceketini de muntazam bir şekilde miğferinin yanma astı, neşeli bir tavırla duş aldı, sonra elleri cebinde, ıslık çalarak yürüdü ve delikten yuvarlandı. Son dakikada ellerini cebinden çıkartıp, düşüşünü yavaşlatmak için altın direğe sarıldı. Elleri gıcırdayarak kaydı ve beton zeminden bir santim kadar yüksekte durdu.
İtfaiye merkezinden çıktı; Gece Yansı caddesi boyunca yürüyerek. tünele girdi ve yağlı yakıt üzerinde sessizce kayarak giden, hava-pervaneü trene, bindi, sonra varo-ga yükselen hareketli merdivenlerde indi.
Islık çalarak, hareketli merdivenin kendisini sakin geceye çıkarmasını bekledi. Köşeye doğru yürürken hemen hemen hiç bir şey düşünmüyordu. Köşeye gelmeden önce, sanki ismi çağrılmış gibi yavıaşladı.
Son birkaç geceden beri, yıldızların aydınlığında evine doğru yürürken, bu köşeye yaklaştığı zaman içi belirsiz hislerle doluyordu. Sanki köşeyi dönmesinden hemen önce orada bekleyen biri varmış gibi hissediyordu. Sanki girişi orada sessizce kendisini bekliyor, köşeyi dönmesinden hemen önce gözden kayboluyordu. Sanki burnuna hafif bir parfüm kokusu geliyor, ellerinin, yüzünün üstünde daha öce orada beklemiş birisinin sıcaklığını hissediyordu. Hiç bir açıklayış şekli bulamıyordu. Yalnız bir keresinde, iyice fark etmesine fırsat kalmadan, çimenlerin üzerinde süratle kaybolan bir şekil göründüğünü zannetmişti.
Fakat bu gece, her zamanki gibi yavaşlayıp yoluna devam edeceği yerde durdu. Zihnî olarak köşeye ulaştı ve çok hafif bir fısıltı duyduğunu zannetti. Nefes sesi mi? Yoksa, köşede sessizce beklemiş olan birinin varlığını gösteren hava dalgalanması mıydı?
Köşeyi döndü. -
Sonbahar yaprakları mehtapta parıldayan kaldırımlarda uçuşuyordu. Yaprakların arasında yürüyen kız sanki yürümüyor, onlarla beraber kayarmıg gibi görünüyordu. Kuz başını hafifçe eğmiş, ayaklarının arasında dönüşen yapraklara bakıyordu. İnce hatlı yüzü bembeyaz^ di; yüzünde, sanki yorulma bilmeyen bir merakla her şeye dokumak isteyen bir ifade vardı. Hemen hemen hafif bir hayret ifadesi de denebilirdi; siyah gözleri dünyaya öylesine mıhlanmıştı ki, bakışlarından hiç bir şey kaçamıyor gibiydi. Elbisesi beyazdı ve sanki fısıltıyla konuşuyordu. Ellerinin sallanması bile hissedilebiliyordu. Başını döndürüp baktığı zaman kaldırımın ortasında bekleyen adamı gördü.
Ağaçlar hışırtıyla kuru yapraklarını serpiştiriyordu, Kız, sanki hayret edermiş gibi durdu; güzlerinde canlı parıltılar vardı. Moniag'a merakla bakıyordu. Sanki söylenen bir şeye hayret edermiş gibi görünüyordu, oysa Montag, dudaklarının sadece «merhabam demek için kımıldadığından emindi.
Kız, Montag'ın kolunda asılı duran salamandra'ya ve göğsündeki sembole büyülenmiş gibi bakıyordu. Montag:
— Kuşkusuz ki yeni komşumuzsunuz, öyle değilmi?, dedi.
— Ve siz de...
Gözlerini Montag'ın işini belli eden sembolden yüzüne doğru kaldırdı.
— ... itfaiyecisiniz.
—- Bunu ne kadar garip söylediniz. Kız ağ:r sesle:
— Gözlerim kapalı bile olsa bunu söyleyebilirim, dedi.
— Ne... petrol kokusu mu? Karım her zaman şikâyet eder.
Bir kahkaha attı.
— Bu kokuyu yerinden söküp atmak hemen hemen imkansızdır.
Kız büyülenmiş gibi:
— Hayır, atamazsınız, diye mırıldandı.
Montag, kızın hiç hareket etmeden çevresinde döne-nip durduğunu, ceplerini boşalttığını, kendisini hafif ha-fif salladığını düşünüyordu.
Montag, sessizliğin fazla uzadığını düşünerek: . — Petrol kokusu benim için parfüm gibidir, dedi.
— Hakikaten öyle mi?
— Kuşkusuz. Neden olmasın?
Kız, kısa bir müddet cevap vermeden düşündü. Sonra, evin gidiş yönüne dönerek:'
— Bilmiyorum, dedi. Sizinle beraber yürüsem olur mu? İsmim Clarisse McClellan.
— Clarisse. Guy Montag. Gel bakalım. Bu kadar geç bir saatte böyle yalnız basma neden dolaşıyorsun? Kafi yaşındasın?
Gümüş renkli kaldırımlar üzerinde yürümeye başladılar. Havada hafif kayısı ve çilek kokusu vardı. Montag bu mevsimde duyulması garip olan bu kokunun nereden geldiğini anlamak için hayretle çevresine bakındı.
Yanında sadece, yüzü mehtapta kar topu gibi beyaz görünen kız yürüyordu. Kızın, vereceği cevabı kafasında tarttığını çok iyi büiyordu.
Clarisse:
— On yedi yaşındayım ve deliyim, dedi. Amcam, bu İkisinin daima beraber yürüdüğünü söyler. Sana yaşını sordukları zaman daima on yedi de ve deli olduğunu söyle. Gece yürüyüşü için güzel bir saat değil mi? Koklamayı, görmeyi severim. Bazı geceler sabaha kadar dolaşır, güneşin doğuşunu' seyrederim.
— 8 —
I
Sessizce yürüyüşe devam ettiler. Nihayet Clarisse, düşünceli bir tavırla:
— Biliyor musun, dedi. Senden hiç de korkmuyorum.
Montag şaşırmıştı*
— Benden kormaıı için bir sebep mi var?
— Birçokları korkar, İtfaiyeciden korkarlar, yani. Fakat, sen de insansın, nihayet...
Montag kendisini kızın gözüyle görüyordu. Parlak bir suyun pırıldayan iki damlası... kendisi karanlık ve minik, muntazam hatlı, ağzının kenarındaki çizgiler düzgün, „
Clarisse şimdi yüzu*ıü ona dönmüştü. Yumuşak ve devamlı ışık saçan ,kırılacakmış gibi duran beyaz kristali andırıyordu. Yüzündeki ışık, bir isteri ışığı değildi... ama ne? Bu ışık, yumuşak ve titrek bir mum ışığını da andırıyordu. Bir gün, henüz çocukken, elektriklerin kesilmesi Üzerine annesi bir mum bulup yakmıştı. Mum ışığı umyı tamamen ortadan kaldırmış, çevrelerini ılık bir atmosfer sarmıştı. O zaman ^elektriğin hiç açılmamasmı temenni edip durmuştu..,
Clarisse McClellan:
— Sorarsam kızar mısm ? Ne zamandan beri itfaiyeci olarak çalışıyorsun?, diye sordu.
— Yirmi yaşından beri. On yıl önce...
— Yaktığm kitapları hiç okudun mu? Montag güldü.
— Yasaya aykırıdır!
— Ah, tabiî,
— iyi iş. Pazartesi günü Millay'ı, Çarşamba günü Whitman% Cuma günü Faulkner'i yakarsın, hepsini kül haline getirirsin, sonra külleri yakarsın, Kesmi sloganımız bu.
.Yürümelerine devam ettiler. Clarisse:
— Evvelce itfaiyecilerin yangm yapacakları yerde yangın söndürdükleri doğru mu?, dedi.
— Hayır. Evler her zaman yangına dayanıklıydı, sözüme inanabilirsin.
— Garip. Eir zamanlar, çok eskiden evlerin kazayla yandığı ve itfaiyeciler tarafından söndürüldüğünü duy-muştum.
Montag, kahkahayla güldü,
Clarisse, kaçamak bir şekilde Montag'a baktı.
— Neden gülüyorsun?
Montag, bir müddet güldükten sonra:
— Bilmiyorum, dedi. Neden sordun?
— Komik bir şey söylemediğim halde gülüyor ve-hemen cevap veriyorsun. Ne sorduğum üzerinde hiç düşünmüyorsun.
Montag, birden durdu. Clarisse'e bakarak:
— Garip bir kızsın, dedi. Saygı denen şeyi bilmez-misin?
— Hakaret etmek istemedim. Yalnız, insanları seyretmesini çok sevdiğimi sanıyorum.
Montag, kollarmm yenlerine dikilmiş olan «451» numaradan gösterdi.
— Peki, bunların sence bir anlamı yok mu? Clarisse:
— Evet, diye fısıldadı. Sonra adımlarını hızlandırdı.
— Jet-arabalarm bulvarda yarıştıklarım hiç gördün mü?
— Konuyu değiştiriyorsun!
— Bazen şoförlerin çimen, çiçek nedir bilmediklerini
— 10 —
düşünürüm, çünkü onları hiç bir Kaman durarak seyretmezler. Eğer şoförün birine kırmızı bir leke gösterecek olursan, ah evet, çimen, diyecektir. Pembe lckcye,gül bahçesi, beyaz lekeye ise ev diyecektir. Kahverengi lekeler ise inek. Amcam, bir keresinde yolda çok yavaş araba sürüyordu. Yaklaşık olarak hızı kır İt mildi ve amcamı iki gün hapsettiler, Garip ve üzücü, değil mi? Montag, huzursuz bir tavırla:
— Birçok şeyi aynı zamanda düşünüyorsun, dedi,
— Eğlence Parklarına çok seyrek giderim. Bu bakımdan düşünmek için çok vaktim oluyor zannederim. Şehrin dışındaki yüz metrelik ilânları gördün mü? îlân tahtalarının evvelce altı metrelik olduğunu bilir miydin? Arabalar öylesine süratli geçiyorlar ki ilân tahtalarını büyütmek zorunda kaldılar.
Montag hemen güldü.
— Bunu bilmiyordum!
— Bilmediğin başka bir şeyi de bildiğime bahse girerim. Sabahları çimenlerin üstünde kırağı vardır.
Montag, birden bunu bilip bilmediğini düşünmeye başladı. Oldukça şaşırmış oldunu inkâr edemezdi.
Clarisse, başıyla gökyüzünü işaret etti.
¦— Eğer bakacak olursan... ayda bir adam var.
Montag uzun zamandan beri bakmamıştı.
Yolun geri kalan kısmım sessizce yürüdüler. Kızın sessizliği düşünceli, kendisinin sessizliği huzursuzdu. Kıza doğru suçlayıcı bir bakış fırlattı. Kızın evine geldikleri zaman bütün ışıkların açık olduğunu gördü.
Montag, bu kadar ışıklı ev hiç görmemişti.
— Ne oluyor?, diye sordu.
— Oh, sadece annem, babam ve amcam oturmuş konuşuyorlar. Yaya yürüyen insanlar gibi. Ha, amcam bir kere daha tutuklanmıştı, biÜyormusun... yaya yürüdüğü için? Ah, biz çok garip bir aileyiz.
— 11 —
— Fakat sen neden söz ediyorsun? CLarisse ilk defa güldü.
— iyi geceleri
Evine doğru uzaklaştı. Sonra bir şey hatırlamış gibi geri dönerek Montag'a baktı.
— Mutlu musun?, diye sordu. Montag:
— Ne miyim?, diye haykırdı.
Fakat Cîorisse, mehtapta koşarak uzaklaştı. Sokak kapısı arkasından gürültüsüzce kapandı.
**
— Mutlu! Bütün saçmalıklardan mutlu! Gülmesini yarıda kesti.
Elini kapının üzerindeki eldiven yerine soktu ve elinin hissedilmesi için bekledi. Ön kapı gürültüsüzce açıldı.
Kuşkusuz mutluyum. Ne zannediyor? Mutsuz muyum sanıyor? Sessiz odalara soruyordu. Holdeki havalandırma ızgarasına bakmak üzere durdu. Birden ızgaranın arkasında bir şeyin saklı olduğunu hatırladı, şu anda kendisine bakan bir şey. Bakışlarını aceleyle kaçırdı.
Garip bir gecede, garip bir raslantı. Bir yıl Öncesi parkta rastlayıp konuştuğu ihtiyar haricinde böyle bir kimseye rastlamamıştı.
Montag başını salladı. Boş bir duvara baktı. Anısında hakikaten güzel olan kızın yüzü duvarm üzerindeydi; gerçekten şaşırtıcıydı. Kızın yüzü küçük bir saatin kırılacak kadar ince beyaz kadranı andırıyordu.
Montag, bilinçaltının gösterdiği kendi diğer yansına bakarak: '
—- Ne?, dîye sordu.
Tekrar duvara baktı. Kızın yüzü ayna gibiydi. îm-
— 12 —
kansız; hangi insanın, ya da insanm yüzü kendi ışığını yine kendisine yansıtabilirdi?
Kızın nasıl bir kişiliği vardı? Tiyatroyu dikkatle seyreden bir eleştiriciyi andırmıyor muydu? Beraber ne kadar yürümüşlerdi? Uç dakika mı? Beş dakika mı? Böyle olmakla beraber zaman ne kadar uzun görünüyordu, Karşısında nasıl bir kişiliik vardı ve duvara ince vücudunun aksini nasıl verebiliyordu.? Eğer bir gözünü oynatacak olsa kız ondan önce davranıp göz kırpıyor; çenesinde bir ad-ele oynasa ondan önce davranıp göz kırpıyor; çenesinde bir adele oynasa ondan önce davranıp göz kırpıyor; çenesinde bir adele oynasa ondan önce davrajrup esniyordu.
Neden? diye düşündü. Neden böyle hissediyorum? Sanki beni orada beklerrmş gibiydi. Hem de gecenin böyle geç bir saatinde...
**
Yatak odasının kapısını açtı.
Kendisini sanki bir müzeye giriyor zannetti. T&m bir karanlık, dış dünyanın en küçük bir iması bile yok, pençeler sıkıca kapanmış, şehrin en küçük gürültüsünün bile giremiyeceği kadar tecrit edilmiş bir oda.
Oda boş değildi.
Dikkatle dinledi.
Küçük bir sivrisineğin vızıltısı, Özel pembe yuvasında vınlayan arının sesi duyuluyordu. Müzik, melodinin takip edebilecek kadar yüksekti,
Gmümsemeoinin, bir mum gibi eriyip kaybolduğunu hissetti. Karanlık, Mutlu değildi. Bu kelimeleri kendi kendisine tekrar tekrar söylec]L Bunun gerçek olduğunu kesinlikle biliyordu. Mutluluğunu bir maske gibi takınıyordu, ama kız bu maskeyi beraberinde götürmüştü. Mutluluk maskesini gidip alması mümkün olamazdı.
— 13 —
Işığı yakmadan bu odanın nasıl görüneceğini tahayyül etti» Karısını yatağın üzerinde bir mezar taşı gibi serilmiş bulacaktı. Gözleri tavana dikilmiş, kulaklarında istiridye kabukları radyo dinliyor olacaktı. Oda gerçekten de boştu.
Oda soğuk olmakla bereber Montag, nefes alamıyörmüş gibi oldu. Büyük perdeleri ve pencereyi açmak istemiyordu. Ağır adımlarla karısından ayrı olan buz gibi yatağına doğru yürüdü.
Ayağına bir şey çarpar çarpmaz, böyle bir şeyin olacağını evvelden tahmin etmiş olduğunu düşündü. Köşeyi dener dönmez kıza rastlaması gibi bunu da tahmin etmig-ti. Ayağının çarptığı şey kargı duvara vurunca odanın içine garip sesler yayıldı.
Yerinden kımıldamadan karısının nefes alışlarını dinledi..
Odada başka ışık istemiyordu. Ignitörünü çıkartınca salamandranın gümüş, diski üstünde kaydığını hissetti, düğmeye bastı...
Hafif ışık altında iki göz çukuru gördü.
— Mildred!
Kadının yüzü kireç gibiydi. Gözleri donuktu; sadece burun deliklerinden nefes aldığı belli oluyordu.
Ayağını çarpmış olduğu şey şimdi yatağının altından kendisine göz kırpıyor gibiydi. Bugün evden ayrılırken içinde otuz uyku kapsülü bulunan şişe...
Karısnm baş ucunda dururken göğüsünün parçalandığını, ikiye ayrıldığını hissetti. Sanki göğsü keskin bîr baltayla ikiye ayrılmıştı. Haykırmak istedi, sesi dudaklarında donup kalıyordu.
Birden haykırmca bütün evin sarsıldığını zannetti; Elindeki ışık sönünce, göz çukurları kayboldu. Elinin süratle telefona uzandığını ancak fark ediyordu.
— 14 —
1 Dudaklarını zorlukla kıpırdattı.
— îik Yardım Hastanesi, diye fısıldayabildi.
Karanlıkta titrerken dudakları hiç durmadan oynuyordu. ,
Asimde iki makineleri vardı. Bu makinelerden biri siyah bir yılan gibi mideye kadar iniyor ve oradaki yeşil sıvıyı emiyordu. Acaba yıllarca öbeklenen zehirleri de emebiliyor muydu? Makinenin bir gözü vardı.Başına özel bir miğfer giymiş olan operatör bu delikten mideyi görebiliyordu. Acaba bu göz neyi görüyordu? Söylemiyordu. Görüyordu/ fakat gözün ne gördüğünü göremiyordu. Yatağın üzerinde yatan kadın mermerden oyulmuş bir heykeli andırıyordu. Operatör sigara içerken diğer makine de çalışıyordu.
Diğer makine de üzerinde kırmızı tulum bulunan bir operatör tarafından kullanılıyordu. Bu makine vücudun bütün kanını boşaltıyor, yerine taze kan ve serum veriyordu.
Kımıldamadan, sessiz yatan kadının başında duran operatör:
— Her iki yönden de temizlememiz gerekiyor, dedi. Kanı temizlemediğin takdirde mideyi temizlemen boşuna olur. Bu madde kanda kalacak olursa, beyne bir çekiç gibi vurur, öylesine defalarca vurur ki beyin artık çalışamaz hale gelir ve durur,
Montag; .....-' j
— Yeter, dedi. Operatör:
— Sadece anlatıyordum, diye cevap verdi.
— İşiniz bitti mi?
— 15 —
Makineleri kutularına koyarak, kapaklanın kapadılar.
Montag'ın öfkesine aldırdıkları bile yoktu.
— İşimiz bitti*
Sigara dumanını burun düklerinden çıkartarak bekleyen operatör::
— Eili dolar borcunuz var, dedi,
— Önce, karımın nasıl olacağını neden söylemiyorsunuz?
— İyileşecek. Bütün zehir burada, çantanın içinde, duruyor, bir daha kanma karışamaz. Söylediğim gibi eaki kanı alır yenisini verirsin, tamam.
— İkiniz de doktor değilsiniz. Neden hfr doktor gönderin ediler ?
Operatör sigarasını dudakları arasında oynatarak:
— Her gece böyle vakalarla karşılaşıyoruz. Sekiz ilâ on vaka, dedi. Öylesine fazlalaştı ki birkaç yıl önce bu makineyi geliştirdik. Mamafih yeni bir buluş sayılmaz, sadece takılan göz yeni bir buluş. Böyle vakalarda doktora ihtiyaç yoktur. Bütün ihtiyacın bizim gibi kimseler, Yarım saat sonra işi bitirmiş olurlar.
Kapıya doğru yürüdü.
— Gitmemiz gerekiyor. Bir yere daha gitmemiz lâzım. Buradan on blok ötede. Birisi daha intihana teşebbüs etmiş. Bize yine ihtiyacın olursa telefon edersin. Kımıldamadan yatsın. Kendisine kontra-sedatif verdik. Uyandığı zaman karnı çok acıkmış olacak. İyi geceler.
îki operatör çantalarını alarak odadan çıktılar. Sigaraları hâlâ dudaklarının ucundan sarkıyordu.
Montag, bir sandalyeye çökerek, kadınına baktı. Gözleri şimdi kapalıydı. Montag, elini uzatarak nefesinin sıcaklık derecesini kontrol etti.
Nihayet:
— Mildred, dedi.
— 16 —
Bizim gibi kimseler çok, diye düşündü. Mılyonlarca-yız. Kimse kimseyi tanımıyor. Yabancılar gelip kuralları bozuyorlar. Yabancılar gelip kalbini parçalıyor. Yabancılar gelip kanını alıyorlar. Eu adamlar kim? Hayatımda bunları hiç görmedim!
Aradan yarım saat geçti.
Bu kadının damarlarında taze kan dolaşıyordu ve ona başka bakımlardan da yardımcı olmuş gibi görünüyordu. Yanakları uçuk pembe, dudakları kan kırmızı, ıslak ve taze duruyordu. Damarlarında başkasının kanı vardı. Sanki, başka birisinin anıları, beyni bu kadına aktarılmıştı. Keşke bu kadınm zihnini alıp götürebilmelerdi. Belki temizlemeleri mümkün olabilirdi. Keşke...
Yerinden kalkıp ağır perdeleri çekti ve pencereyi açtı. Gecenin serin havası hemen odaya doldu. Saat sabahın ikisi olmuştu. Clarisse McCIelIan'Ia tanışalı bir saat mi geçmişti? Sadece bir saat, ama bütün dünya bu saatin içinde erimiş, renksiz bir sıvı haline gelmişti.
CIarisse*lerin evinden yükselen kahkaha sesleri odaya kadar geliyordu. Kahkahalar karışık bir karakter ta~ sımakla beraber, neşeyle atılan kahkahalar arasına katılabilirdi. Diğer evler zindan gibi karanlık, kendi içlerin© kapanık dururken, onlann evi gündüz gibi aydınlatılmıştı. Montag, konuşma seslerini bile duyuyordu. Konuşma, konuşma, konuşma... sanki Örümcek ağı gibi geceyi sarıyordu.
Montag, ne yaptığının farkında olmadan balkon kapısından çıktı ve çim sahayı aştı. Karanlıklara sinmiş evin yakınında dururken kapıyı bile çalabilir:
— Bırakın gireyim. Hiç konuşmayacağım. Sadece dinlemek istiyorum. Ne dersiniz?, diye fısıldayabilirdi.
Fakat, yüzünde buz gibi bir anlatım karanlıklarda!
— 17 — F. 2
kalıp, devamlı konuşan erkek sesini dinledi. Muhtemelen amoa konuşuyordu.
— Eh, nihayet bu devir, tuvalet kâğıdı devridir. Burnunu birisinin üstüne siler onu buruşturup atar, sifonu çekersin. O olmadı bîri daha. Herkes, birbirinden yararlanmaya çalışıyor. Bir program olmadığı ve ismini bilmediğin takdirde nasıl yerleşip, kokleşebilirsin ?
Montag tekrar evine döndü. Pencereleri açık bıraktı, Mildred'i kontrol ettikten sonra battaniyenin uçlarım sıkıştırdı. Sonra kendi yatağına sırt üstü uzandı. Mehtap çıkık elmacık kemiklerine vuruyor, gözlerinde gümüşî pırıltılar yapıyordu.
Bir yağmur damlası. CLarisse. Bir damla daha. Mil-dred. Bir üçüncü. Amca, Dört, beş. Bir Mirdred, iki Cla-risse, bir, iki, üç, dört, beş, Clarisse, Müdred, amca, yangın, tabletler, tuvalet kâğıdı, sümkürmek, sifonu çek. bir, iki, üç, bir, iki, üç! Yağmur. Fırtına, Amcanın gülüşü. Fırtına aşağı kata doğru uzanıyor. Bütün dünya aşağıya yağıyor. Yangın, bir volkan gibi yükseliyor. Hepsi, sabana doğru koşar adımlarla yaklaşıyordu.
Yüksek sesle:
— Artık hiç bir şey bilmiyorum, diye söylendi ve uyku hapını dilinin üzerinde eritti.
Sabah saat dokuzda, Mildred'in yatağı boştu.
Montag, hemen yerinden fırladı, kalbi hey a candan hızlı hızlı çarpıyordu. Holü koşarak geçti ve mutfak kapısında nefes nefese durdu.
Gümüş tost makinesinden tostlar fırladı, Örümcek bacağı gibi bir maşayla alınıp tereyağının içine atıldı.
Müdred, tostun tabağına getirilmesini izledi. Kulaklarında yine arı vızıltısı gibi ses çıkartan kulaklıklar var-
— 18 —
di. Birden başını kaldınp baktı, Montag'ı görünce başını salladı.
Montag:
— Nasılsın?, diye sordu.
Kulaklıklarından ötürü Mildred, on yıldan beri dudakların kımıldamasından söylenenleri anlıyordu. Yine başın: salladı. Tost makinesinin düğmesine basarak başka bir tost yapmasını sağladı.
Montag, oturdu.
Karısı:
— Neden bu kadar acıktığımı anlayamadım, dedi.
— Sen...
— Karnım açt Montag başlayacak oldu.
— Dün gece...
Mildred, kocasının dudaklarına dikkatle baktı.
— Dün akşam ne olmuş?
— Hatırlamıyor musun?
— Neyi? Parti falan mı verdik? Sanki başım çatlayacak gibi ağrıyor. Karnım aç. kim vardı?
— Birkaç kişi.
Mildred, tostunu çiğnerken:
— Ben de öyle tahmin etmiştim, dedi. Midemde hafif bir sancı var, ama karnım yine de aç. Partide bir saçmalık yapmadığımı umarım.
Montag, sakin sesle:
— Hayır, dedi.
Tost makinesi Montag'ın tabağına bir tost koydu* Montag tostundan bîr parça ısırırken Mildred:
— Sen de yorgun görünüyorsun,dedi.
* **
Öğleden sonra hava yağışlı ve bütün dünya koyu griy-
— 19 —
di. Evinin holünde durmuş, üzerine turuncu renkli salamandranın parıldadığı markasını takıyordu. Uzun bir süre, havalandırma deliğine baktı. Karısı televizyon odasında oturmuş» müsveddeleri okurken başını kaldırıp seslendi.
— Hey, adam düşünüyor!
— Evet, seninle konuşmak istiyordum. Bir an duraîadıktan sonra devam etti.
— Dün akşam şişedeki bütün uyku tabletlerini almışsın.
— Oh, böyle bir şey yapmadım, dedi.
— Şişe boştu.
— Böyle bir şey yapmazdım. Neden böyle bir şey yapayım ?
— Belki önce iki tablet almışsımzdır, sonra unutup tekrar iki, tekrar unutup iki daha, böylece şişe boşalmıştır.
— Saçma. Neden, bu kadar saçma bir şey yapmış olayım?
Montag:
— Bilmiyorum, dedi.
Mildred, açıkça onun gitmesini bakliyordu.
— Yapmadım, dedi. Yıllarca uykusuz kalaam yine böyle bir şey yapmazdım.
— Böyle söylüyorsan, peki.
— Leydi böyle söyledi.
Sonra elindeki müsveddelere göz gezdirmeğe başladı. Montag yorgun bir tavırla:
— Bugün öğleden sonra ne var? Mildred başını kaldırmadı.
— On dakika sonra bir piyes oynanacak. Benim rolümü bu sabah postadan aldım. Piyesin bir parçanım eksik yazıyorlar. Yeni bir fikir. Eksik olan parça benim ro-
— 20 —
Iûm. Noksan kısımlarına sıra gelince üç duvardan bana bakacaklar ve ben noksan satırları tamamlayacağım. İşte, örneğin adam, «Bu fikir hakkındaki düşüncen nedir, Helen?», diye soracak. Ben de sahnenin tam ortasında oturuyor olacağını. Anlıyor musun? Ve ben diyeceğim ki# diyeceğim ki...
Parmağını satırlar üzerinde gezdirdi.
— ... «îyi sanıyorum.» îşte oyun böyle devam edip gidecek. Sonra adam «Sen de ayni fikirde misin, Helen?», diye soracak. Ben de «Tabiî, ayni fikirdeyim.», diye cevap vereceğim. Nasıl, eğlenceli değil mi, Guy?
Montag, gözlerini dikerek karısına baktı. Müdred:
— Eğlenceli olduğuna hiç şüphe yok, dedi.
— Piyes ne hakkında?
— Şimdi söyledim ya. Bop, Ruth ve Helen İ3İmü üfi kişi arasında geçiyor.
— Oh!
— Gerçekten eğlenceli. Dördüncü duvarı da monte ettirebilirsek çok daha eğlenceli olacak. Acaba bu duvarı ne zaman yıktırıp yerine televizyon ekranı koyabiliriz? Sadece iki bin dolar.
— Yıllık maaşımın üçte biri. Mildred:
— Sadece iki bin dolar, dedi. Bazen beni de düşündüğünü bilmeliyim. Eğer dördüncü duvarı da monte ettirebilirsek bu oda bizim olmaktan çıkacak sadece egzotik kişüerin odası olacak. Birkaç şeyimiz olmadan da idare edebileceğimizi düşünüyorum.
— Üçüncü duvar parasını ödemek için zaten birkaç şeyle idare ediyoruz. Unuttun mu monte edileli iki ay oluyor.
— 21 —
— Hayret, ne kadar az zaman geçmiş! Mildred, usun müddet kocasına baktı, sonra,
— Eh, iyi günler, şekerim, dedi,
— İyi günler.
Sonra durup tekrar döndü.
— Piyesin sonu mutîu mu bitiyor?
— Sonuna kadar henüz okuyamadım*
Karısının yanına gitti, son sayfayı okuduktan sonra başını salladı, kâğıdı katladıktan sonra karısının kucağına attı.
Sokak kapısından yağmurun altma çıktı.
Yağmur azalmıştı. Clarisse,- kaldırımın tam ortasından yürüyordu. Başını kaldırmış, yağmurun yüzünden Büzülmesine imkân veriyordu. Montag'ı görünce gülüm-«edi.
— Merhaba!
Montag da «Merhaba» dedikten sonra ekledi.
— Şimdi ne yapıyorsun, bakalım?
— Hâlâ deliyim. Yağmur yüzüme iyi geliyor. Yağmurda yürümeye bayılırım.
-— Ben yağmurda yürümeyi sevmediğimi sanıyorum.
— Deneseydin sevecektin.
— Hiç denemedim. Clarisse, dudaklarını yaladı.
— Yağmurun tadı da güzel.
— Ne yapıyorsun, her şeyi bir kere deniyor musun T Clarissc, elindeki bir şeye baktı.
— Bazen iki kere.
— Elinde ne var?
-— Öyle sanıyorum ki bu yıbn son karahindibası. Bu mevsimde gimenlerin arasmda bulacağımı hiç dügünmemiş-
— 22 —
tim. Hiç çenenin aTtına sürülmesini hissettin mi? Bak. Gülerek çenesini karahindibaya sürdü,
Montag:
— Neden?, diye sordu.
— Eğer çıkarsa aşığım demektir. Çıktı mı? Montag'm bakmaktan başka çaresi yoktu. Clarisse:
— Evet?, diye sordu.
— Çenenin altı sarı oldu.
— Güsel! Şimdi de sende deneyelim.
— Bende bir işe yarayacağnı sanmam.
— îşte.
Montajın engel olmasına fırsat kalmadan kamhindı-bayı çenesinin altına sürdü. Montag geri çekilince Clarissc kahkahayı bastı.
— Kımıldamadan dur!
Uzanıp Montag'm çenesinin altına baktı ve kaklarını çattı.
Montag:
— Evet?, diye sormaktan kendini alamadı.
— Ne ayıp Kimseye aşık değilsin.
— Ama, asığım!
— Hiç göstermiyor,
— Hem de sırılsıklam aşığım.
Sözlerine kuvvet vermesi için yüz anlatımım güçlendirmeye çalıştı, ama başaramadı.
— Aşığım.
— Oht lütfen suratını asma.
¦— Karahindiba yüzünden. Hepsini kendi üstünde kullandın. Bu sebeple benim üzerimde etkisi olmadı.
— Tabiî, muhakkak sebep bu olmalı. Oh, canını sıktım, bunu yüzünden anhyorum. Gerçekten özür dilerim.
— 23 —
Monüag'm koluna dokundu. Montag aceleyle:
— Hayır, hayır, dedi. Bir §eyim yok.
— Artık gitmem lâzım, beni affettiğini söyle, ban» farıimanı istemem.
— Kırılmadım. Canımın sıkılması, evet.
— Şimdi Psikiatristimi görmeye gitmem gerekiyor. Zorla gönderiyorlar. Söylenecek birçok şey buluyorum* Benim için ne düşündüğünü bilmiyorum. Benim normal bir soğana benzediğimi söylüyor! Tabakalarını soyabil-mesi için onu meşgul ediyorum.
Montag:
— Bir psikiatriste ihtiyacın olduğunu düşünmem gerekiyor, eledi.
— Ciddî söylemiyorsun,
Montag, derin bir nefes aldı, sonra yavaş yavaş bıraktı. Nihayet:
— Hayır, ciddî değilim, dedi.
— Psikiatrist neden ormana gidip kuşları, kelebekleri seyrettiğimi ve kelebek koleksiyonu yaptığımı öğrenmeye çalışıyor. Bir gün koleksiyonumu sana gösteririm.
— Olur.
— Zamanımı nasıl geçirdiğimi öğrenmek istiyorlar. Bazen oturup düşündüğümü söylüyorum. Fakat ne düşündüğümü onlara söylemiyorum. Onları hep kuşkuda bırakıyorum. Ve bazen, söylüyorum, başımı böyle arkaya attığımı ve yağmurun yüzüme çarpmasını düşündüğümü anlatıyorum. Yağmurun tadı şaraba benziyor. Hiç denedin mi?
— Hayır ,ben.,.
— Beni affettin, değil mi?
— 24 —
— Evet Bunu düşündü.
— Evet, affettim. Neden olduğunu bilmiyorum, Garipsin, insanın sabrını tüketiyorsun, ama affedilmesi kolay bir kızsın. On yedi yaşında olduğunu mu söylemiştin?
— Gelecek ay.
— Ne garip. Ne kadar garip. Karım otuz yaşında, ama bazen ondan çok daha yaşlı görünüyorsun. Bir türlü alışamadım.
— Siz de garip bir adamsınız, Bay Montag. Hatta ba-sen bir itfaiyeci alduğunuzu fo; unutuyorum. §imdi, sizi tekrar kızdırabilir miyim?
— Devam et.
— Nasıl başladı? Buna nasıl girdiniz? Bu işe nasıl girdiniz ve girmeniz için sebep neydi? Diğerlerine benze-iniyorsunuz. Birkaçını görmüştüm, biliyorum. Konuştu* ğum zaman bana bakıyorsunuz. Ay hakkında bir şey söylediğim zaman aya bakıyordunuz, dün akşam. Diğerleri hiç böyle yapmazlar. Diğerleri beni bırakıp giderler, konuşmamdan sıkılırlar. Ya da beni tehdit ederler. Artık kimsenin başkası için ayıracak zamanı olmuyor. Beni olduğum gibi kabul edenlerden biri de sizsiniz. Bu sebeple dtfaiyeci olmanızı garip karşılıyorum. Her nasılsa bu iş eize hiç uymuyor.
Montag vücudunun iki parçaya yarıldığım hissetti. Sıcak ve soğuk iki parça. Yumuşak ve sert iki parça. Titreyen ve titremeyen iki parça. İki parça ki birbirlerini eritip bitirmeye çalışıyorlardı.
— Randevuna gitsen iyi edersin, dedi.
Clarisse koşarak uzaklaştı ve Montag*ı yağmurun altında bıraktı. Montag, ancak uzun bir süreden sonra tekrar yürüyebildi.
— 25 —
Sonra, ağır ağır yürürken başını havaya kaldırdı v& ağzını açtı...
*
Mekanik köpek uyuyordu, fakat uyumuyordu; yaşıyordu, fakat yaşamıyordu; yangın merkez binasının karanlık bir köşesinde hafifçe mırıldanan, titreşim yapan ve fosforlu bir ışıkla parlayan kulübesinde oturuyordu. Sabahın titrek ışığı, hafifçe titriyen canavarın çelik, bakır ve sarı madenleri üzerinde oynaşıyordu. Gözlerinin yerinde bulunan yakut rengi camlar, naylon burun deliklerinin çevresideki naylon tüyler, çok hafif olarrak titremiyor ve canavar altlan kauçuktan yapılma tamponların üstünde yükselen, örümcek bacağı gibi sekiz ayağı üzerinde hafif hafif sallanıyordu.
Montag, sarı borudan kayarak indi. Şehre bakmak için dışarı çıktı. Bulutlar tamamen dağılmış, hava açmıştı. Bir sigara yaktıktan sonra geldi ve köpeğe bakmak üzere eğildi. Koca canavar, kovanına çekilmiş bir arı gibi duruyordu. Boynunda büyük, madeni bir tasma vardı,
Montag, daima bu ölü ve yaşayan canavarın büyüsü altındaydı.
¦— Merhaba, diye fısıldadı.
Geceleri yapacak işleri olmadığı zaman sarı borudan bayarak aşağı inerler, Köpeğin ayarını yaparlar, sonra bütün fareleri, bazen kedileri ve piliçleri salarlardı. Herkes merakla Köpeğin hangisini ence yakalayacağı üzerine bahse tutuşurdu. Hayvanların serbest bırakılmasından üç caniye sonra oyun biterdi. Köpek, teker teker yakaladığı avlarına önce ağzından çıkan on santim uzunluğundaki çelik iğne siyle ir örfin veya procaîn yapar, sonra insi-n ar a t öre atarak yakardı. Sonra yeni bir oyun başlardı.
— 26 —
Bu oyunlar yapıldığı zaman Montag ekseri yukarda kalır, inmezdi. îki y:l Önce, en iyi hayvanlardan biri üzerine bahse tutuşmuş, kaybetmiş ve Mildred'in öfkesine maruz kalmıştı. Geceleri yatağına yatar, yüzünü duvara dönerek aşağıdan gelen gülüşmeleri dinlerdi,
Montag, hayvanın burnuna dokundu.
Hayvan homurdandı.
Montag, hemen geri sıçradı.
Köpek yerinden biraz doğruldu ve hemen harekete geçen mavi-yeşil neon gözleri ışıldadı. Tekrar homurdandı. Teneke gıcırtısını andıran bir sesti.
Montag, kalbi küt küt çarparak:
— Hayır, hayır, oğlum, dedi.
Çelik iğnenin iki santim kadar çıktığını, tekrar girdiğini ve bunun birkaç kere tekrarlandığını gördü. Homurdanma yavaşladı ve canavar gözlerini Montag'a dikti.
Montag geriledi. Köpek, kulübesinden bir adım çıktı Montag, bir eliyle sarı boruya sarıldı. Dokunması ile hareket eden boru onu yukarı kadar çekti. Yüzü yemyeşil aşağıya baktu Madeni canavar tekrar kulübesine çekilmişti, biraz önce parlayan gözler normal rengini almıştı.
Montag, korkusunun geçmesi için biraz bekledi. Arka tarafta kâğıt oynayan dört adam Montag'a şöyle bir baktılar, fakat seslerini çıkartmadılar. Yalnız, başında yüzbaşı şapkası olan adam, nihayet merakla baktı.
— Montag...
— Benden pek hoşlanmıyor. Yüzbaşı kâğıtlarını inceleyerek:
— Kim, köpek mi?, O ne hoşlanır ne de hoşlanmaz. Sadece fonksiyon gösterir o kadar. Balistik derslerinde olduğu gibi. Yapısı yalnız bakır teller, çelik ve pil.
Montag yutkundu.
— He3apîayıcı apareyi istenen duruma ayarlanabilir, amin o asit, sülfür ve alkalin, öyie değil mi?
— 27 —
— Bunu hepimiz biliyoruz,
— Vücûtlarımızın kimyasal dengesi aşağıdaki do»* ya dolaplarında var. Herhangi biri, hayvanın zihnine biraz kimyasal madde ekleyebilir - değil mi ? Meselâ, biraz amino asit. İşte biraz önce hayvan bana kargı harekete geçti.
Yüzbaşı homurdandı.
— Kızmış, ama tamamen kızgın değil, çünkü burnuna dokunduğum zaman sadece homurdandı,
Yüzbaşı sordu.
— Böyle bir şeyi kim yapabilir? Burada hiç düşmanın yok, Guy.
— Bildiğim kadarıyla hayır.
— Yarın teknisyenlerimize kontrol ettiririz,
— Montag:
— Beni tehdit etmesi ilk defa olmuyor, dedi. Geçen ay iki kere oldu.
— Tamir ederiz. Merak etme.
Fakat Montag kımıldamadan durdu ve vantilatör ızgarasının arkasına saklanan şeyi düşündü. Eğer itfaiye merkezindeki birisi vantilatör ızgarasını biliyorsa, köpeğe söyleyemez mi ?
Yüzbaşı, in?g deliğinin ağzına geldi ve Montag'a soran gözlerle baktı.
Montag:
— Sadece hesaplamaya çalışıyorum, dedi. Geceîerî Köpek acaba ne düşünüyor? Gerçekten de bize karşı ayaklanıyor mu? Tüylerimin ürperdiğini hissediyorum.
— Düşünmesini istemediğimiz şeyleri düşünemez. Montag sakin sesle:
¦— Yazık, dedi. Çünkü, bütün verdiğimiz avlanma, bulma ve öldürme. Bütün bildiği bu kadarsa çok ayıp, Beatty, ağzının içinden homurdandı,
— 28 —
— iyi bir avcı, dedi ,îyi bir avcı avını hiç bir zaman
kaçırmaz.
— Zaten bu nedenle onun ikinci kurbanı olmak istemem.
— Neden? Bir şey hakkında kendini suçlu mu buluyorsun ? . —
Montag, yukarı doğru baktı.
Beatty kımıldamadan Montag'a bakıyordu» dudaklarında sessiz bir kahkahanın Meri vardı.
Bir, iki, üç, döıt, beş, altı; haftanın altı gîmû evden ne zaman çıkacak olsa Clarisse'e muhakkak rastlıyordu. Bir keresinde çimenlerin üstüne oturmuş mavi bir süveter örerken görmüştü.^ Üç veya dört kere evinin avlusunda bir buket çiçek bulmuştu. Bazen bir avuç ceviz? bazen muntazam sıralanmış sonbahar yapraıkları bulmuştu. Her gün kendisini sokağın köşesine kadar geçiriyordu. Bazen yağmur yağıyor. Basen rüzgâr esiyor, fakat Clarisse her zaman sokakta oluyordu.
Bir keresinde yeraltı treninin giriş kapasın da sordu.
— Neden seni uzun yıllardan beri tanımıyormuşum gibi geliyor bana?
Clarisse:
— Çünkü senden hoşlanıyoıum, dedi. Senden iste diğim bir şey de yok. Birbirimizi yeteri kadar tanıyoruz,
— Kendimi bir baba kadar yaşlı hissettiımeye başladım.
— Şimdi açıkla bakalım, çocukları bu kadar çok seviyorsan neden benim gibi bir kızın olmadı?
,— Bilmiyorum.
— Şaka ediyorsun!
— 29 —
— Yani,,.
Montag birden sustu ve bağım salladı,
— Eh, karım... hiç bir zaman çocuk istemedi. Clarisse artık gülmüyo -iu.
— Üzüldüm. Sana sorduğum sorularla eğlendiğini «anıyordum. Çok aptakm.
— Hayır, hayır, iyi bir soruydu. Şimdiye kadar kimse böyle bir soru soramamıştı. Çok güzel bir soru.
— Başka şeylerden konuşalım. Sonbahar yapraklarını kokladın ma hiç? Kimyon gibi kokmaz mı? işte, kokla.
— Ah, sahi, bir bakıma kimyon gibi kokuyor. Clarisse, parlak siyah göklerini Montag'a çevirdi.
— Her zaman sarsıntı geçirmiş gibi görünüyorsun. — Hayır, sadece...
—Sana söylediğim gibi ilânlara baktın mı? Montag, gülmeye başladı.
— Zannedersem, baktım,
: — Gülmen çok daha güzel
— Sahi mi?
— Daha serbest ve sıkıntısız görünüyorsun. Montag, kendisini çok rahat ve huzurlu hissetti.
— Neden okula gitmiyorsun? Seni her gün avare avare gezerken görüyorum. *
— Beni aradıkları yok. Benimle geçinmenin kolay olmadığını söylüyorlar. Çok garip, çünkü ben geçinilmedi en kolay bir kıranım. Geçimin anlamı toplumsal sorunlara dayanır, öyle değil mi? Benim için geçinmek, seninle böyle rahatça konuşabilmemdir.
Clarisse, ağaçtan düşmüş birkaç kestaneyi tekmeledi.
— Ya da dünyanın en garip olduğu üzerine konuşmalarımız. insanlarla beraber olmak çok iyi. Ama ço-
— 30 —
cukları bir araya toplayıp konuşmalarına fırsat verme^ mek toplumsal düzene sığmıyor. Öyle değil mi? Okulda öylesine yoruluyoruz ki eve dönünce hemen yatağa seriliyoruz.
— Çok yaşlı bir insan gibi konuluyorsun.
— Basen kendimi asırlık buluyorum. Kendi akranım çocuklardan korkuyorum. Birbirlerini öldürüyorlar, Evvelden de böyle miydi? Amcam bunun olağan olduğunu söylüyor. Sadece geçen yıl altı arkadaşımı vurdular. Arkadaşlarımdan en az on kişi araba kazasında Öldü. Onlardan korkuyorum ve kendilerinden korktuğum için beni sevmiyorlar. Amcamın dediğine göre, büyükbabası, çocukların birbirlerini öldürmedikleri zamanı görmüş, tabiî çok eskiden. Amcam, onlar m sorumluluk içinde bulunduklarını söyledi. Biliyor musun, ben de sorumluyum. Bütün alış verişleri ve ev işlerini ben görürüm.
Clarisse derin bir nefes aldıktan sonra devam etti.
— Ama en çok hoşuma giden insanları seyretmek. Bazen bütün gün yeraltı treninde dolaşıp sadece onların-konuşmalarını dinlerim. Onların kim olduklarını, ne istediklerini ve nereye gittiklerini tphmme çalışırım. Bazen Eğlence Parkına gider, geceleri şehrin etrafında yarışan Jetlere binerim. Biliyor musun?
— Neyi?
-— İnsanlar hiç bir şey hakkında konuşmuyorlar.
— Muhakkak bir şeyler konuşuyorlardır.
— Hayır, hiç bir şeyden söz etmiyorlar. Sadece giyimden, arabadan söz ediyorlar. Konuşulan şeyler hemen hemen hep aynı, değişik hiç bir şey yok. Hiç müzeye gittin mi? Amcam, bîr zamanlar durumun çok değişik olduğunu söylüyor. Çok zamanlar önce resimlerin bile anlamı varmış.
— Amcam söyledi, amcam söyledi. Amcan çok ilginç bir adam olmalı.
— 31 —
— öyledir. Muhakkak ki çok ilginç bir adam. Eh, artık gitmem lâzım. Allahaısmarladık, Bay Montag.
— Hoşça kal.
— Hoşça kal....
Bir iki tiç dört beş altı g\h±: İtfaiye merkezi. -— Montag, bu direğe tırmana tırmana parlattın. Üçüncü gün.
-— Montag, arka kapıdan geldin. Köpek seni korku-tuyormu?
¦— Hayır, hayır. Dördüncü gün.
— Montag, çok garip bir şey. Bu sabah söylendiğini duydum. Seattle'daki itfaiyecilerden biri Mekanik Köpeği kendi kimyasal komplekslerine göre ayarlamış, sonra serbest bırakımş. Buna nasıl bir intihar şekli dersin?
— Beş altı yedi gün.
Ve sonra Clarisse gitmişti. O gun öğleden sonra ne değişiklik vardı bilmiyordu, ama Clarisse'i görmemişti. Çimen saha boştu, ağaçlar boştu, cadde boştu; ona böylesine alışkın olduğunu ilk defa kavrıyordu. Tünelin girişine geldiği zaman onun nerede olabileceğini merakla düşünüyordu. îçinde bir sıkıntı vardı, sanki yaşantısı birden değişmişti. Geri dönüp, eve kadar yürüyüp, gidiş gelişini tekrarlamasına zorlukla engel oldu. Flakat vakit geçiyordu ve trenin gelişi düşüncelerini yarıda kesti.
*
— Neyin var, Montag? t Montag gözlerini açtı.
Radyonun sesi duyuluyordu. «...Her hangi bir saat-
te savaş ilân edilebilir. Bu ülke kendi haklarını savunacaktır...»
Filo halide geçen jetlerin gümbürtüsü duyuldu. İtfaiye binası sanki sallanıyordu.
Montag gözlerini kırpıştırdı. Beatty, sanki kendisi müzedeki bir heykelmiş gibi gözlerini dikmiş bakıyordu. Sanki vicdanmdaki suçu kontrol etmeye hazırdı. Hangi suçu
— Sıra senin, Montag.
Montag elindeki kağıtlara bir göz attı.
— Dü... düşünüyordum. Geçen haftaki yangını. Kitaplığını yaktığımız adam. Ona ne oldu? >
— Çığlıklar içinde akıl hastanesine attılar,
— Deli değildi ki.
Beatty sessizce kağıtlarını sıraya koydu.
— Hükümeti ve bizi aldatmaya çalışan her insan delidir.
Montag :
— Tahayyül etmeye çalıştım, dedi. Yani, bir itfaiyeci bizim evimizi ve kitaplarımızı yaksa, acaba ne düşünür, ne hissederdik?
— Kitabımız yok.
— Olsaydı diyorum.
— Senin var ma?
Beatty, dikkatle Montag'a bakıyordu. Montag :
— Hayır, dedi,
Sonra milyonlarca yasak kitabın listesinin asılı bulunduğu duvara baktı. Kitapların isimleri ateşe doğru fırlayacaktı. Baltası ve sadece petrol sıkan hortumuyla bu isimleri alevin içinde boğacaktı.
— Hayır, diye tekrarladı.
Fakat, düşünceleri evin vantilatör, havalandırma
— 33 —
borularına doğru .kagdı, yüzünün buz gibi kesüdiğni hissetti. Sonra kendisini yemyeşil parkta, ihtiyar, ama çok ihtiyar bir adamla konuşurken gördü. Montag tereddütle :
— Her... her zaman böyle miydi? Yani, itfaiyenin işi* işimiz? Yani demek istiyorum ki, bir zamanlar ...
Beatty :
—Bir zamanlar!, dedi. Ne biçim konuşma bu böyle?
Montag kendi kendisine, Aptal, diye düşündü. Kendini ele vereceksin. Son yangında, peri hikâyeleri kitabından sadece bir satırını okumuştu.
— Yani, dedi. Bir zamanlar, evler yangına karşı dayanıklıyken. ..
Birden eanki kendi yerine çok genç birinin konuştuğunu zannetti. Ağzını açtığı zaman Clarisse Mcclellau konuşuyordu.
— itfaiyeciler yangın çıkartacakları yerde yangın söndürmezler miydi?
Stoneman ve Black, hemen kanun kitaplarını açtılar, Bu kitaplarda Amerikanın eski itfaiyecilerinin tarihleri de yazılıydı. Montag'm okuması için önüne koydular.
«1720 yılında kolonilerde ingiliz yazarlarının etkisinde îıaJbnamk yazılmış kitaplar imha edildi, ilk itfaiyeci Benjamin Franklin.
Kural 1. Alarma hemen cevap verin.
2. Yangını hemen başlatın.
3. Her şeyi yakın.
4. Derhal itfaiye merkezine rapor verin.
5. Diğer alarmlar için hazır bekleyin.*
Herkes Montag'a bakıyordu. Montag, hiç kımıldamadan oturuyordu.
Birden alarm sesi duyuldu.
— 34 —
Tavandaki zil belki iki yüz kere çaldı. Birden dört sandalye boşaldı. Oyun kağıtları masanın üzerine yağ* mur gibi yağdı. Sarı demirler titreşti. Adamlar gitmişlerdi.
Montag sandalyesinde oturuyordu. Aşağıda, turuncu canavar öksürerek çalandı.
Montag, rüyada gezen bir adam gibi sarı borudan İtaydı.
Mekanik Köpek kulübesinde sıçrayarak ayağa kalktı, gözleri yeşil alevlerle yanıyordu,
¦— Montag, miğferini unuttun!
Arkasındaki duvarda asıh duran miğferini kaptı, siren sesleriyle gecenin sessizliğini yararak yola çıktılar.
Şehrin eski bölümünde üç katlı bir binaydı. Asırlık ev olmasına rağmen üzeri, diğer evlerde olduğun gibi, yıllar önce ince plastik bir tabakayla kaplanmıştı.
— îşte geldik!
Makine amden durdu. Beatty, Stoneman ve Black, yağlı tulumlar gibi kaldırıma sıçradılar. Montag onları izledi.
Evin kapısını kırıp içeri girdiler ve kaçmaya çalışmayan bir kadını yakaladılar. Kadın, gözlerini boşluğa dikmiş durduğu yerde hafif hafif sallanıyordu. Sanki, başına şiddetli bir darbe yemiş gibi duruyordu. Suıki hatırlamak istediği bir şey vardı. Kadın birden konuşmaya başladı.,
— «Adam» ı oyna, Master Rîdley. Böyle bir mumu yakan günü göreceğiz, Tanrının iziyle, îngütere'de, hiç söndüremeyecekler.
Beatty :
— Yeter, diye haykırdı. Neredeler?
— 35 —
Beatty, kadının yüzüne şiddetli bir tokat atarak sorusunu tekrarladı. Yağlı kadının bakışları Beatty'nin yüzüne saplandı.
— Nerede olduğunu biliyorsunuz, yoksa gelmeze diniz.
Stoneman telefonla verüen alarmın yazılı kopyasını çıkardı.
«Tavan arasından kuşkulanıyoruz; 11 Nb.Elm,City.
E.B.»
Yazılı kopyanın üzerindeki imzanın bas; harflerini okuyan kadın :
— Komşum, Bayan Blake olacak, dedi.
— Pekâlâ, arkadaşlar, işe başlayalım.
Gümüş renklî baltalar zaten açık olan kaplan parçalamaya başladı, Montag, dik. merdivenlerden çıkarken bağına kitap yağmaya başladı. Polis daha önce gelir, suçlunun ağzma bant yapıştırıp götürürdü, itfaiyeciler eve geldikleri zaman bomboş bir evle karşılaşırlardı. Zaten hep böyle oluyordu. Ayrıca, kimseyi de incitmezlerdi, sadece eşyayla mücadele etmek zorunda kalırlardı* Eşyanın canı yanmadığı, inlemediği, feryat etmediği için sonradan vicdan azabı çekilmezdi. Sadece temizlik yapan hizmetçilere benzerlerdi. Hemen petrole yol verilir ve kibrit aranırdı.
Fakat bu gece, birisi hata yapmıştı. Kadının varlığı durumu değiştiriyordu. Adamlar gülerek, haykır arak gerektiğinden fazla gürültü yapıyorlardı.
Kitaplar omuzlarına, kollarına, yüzüne çarptı. Kitaplardan biri kanadı kırık bir güvercin gibi ellerinin araşma düştü. Sayfalarından biri açılmıştı ve şu yazılan okunuyordu: «Zaman, güneşin ışıklı kollarında uykuya dalmıştı.» Montag, kitabı elinden attı, ama başka bir kitap düştü.
—~ 36 —
—Montag, yukarı gel.
Montag, içinin yandığını hissederek kitabı parmaklarının bütün gücüyle attı. Yukarı tırmanmış olan itfaiyeciler kitapları küreklerle savuruyorlardı. Kitaplar, ölü kuşlar gibi merdivenlerin dibinde duran kadının üstüne düşüyordu.
Montag hiç bir şey yapmamıştı. Düşünceleri beynini kurcalarken bütün işi elleri görüyordu. Parmakları hırsızlık yapıyordu. Titrek parmakları kitabı terü koltuk altına sıkıştırdı,
Yüzü bembeyaz, titrek ellerine baktı. Sanki göre-miyormuş gibi yüzüne iyice yaklaştırarak baktı.
— Montag !
Başınt sallayarak yukarı baktı.
— Kazık gibi durma salak!
Bütün kitaplar kurumaya terkedilmiş deriler gibi yerlere saçılmıştı. Kitapların isimleri altın gözlerini tayana dikmişti.
—- Petrol!
iSırtlarmdaki 451 numaralı tanklardan soğuk yakıtı kitapların üzerine pompaladılar. Bütün odaya keskin petrol kokusu yayıldı.
— Hayidi gel, kadın!
Kadın, gözleriyle Montag'ı suçlarken elleriyle gaza bulanmış kitapları okşuyordu.
— Benim kitaplarıma sahip olamayacaksınız. Beatty :
— Kanunu biliyorsun ,dedî. Sağduyun yok mu? Bu kitapların hiç biri, birbirini tutmuyor. Bu kitapların boz ettiği kimseler hiç yaşamadı. Gel şimdi!
Kadın üzüntüyle başını salladı. Beatty:
— Bütün ev kitaplarla, birlikte yanacak, dedi.
— 37 —
Adamlar kapıya doğru yürüdüler, sonra, kadının yalımda duran Montag'a baktılar, Montag itiraz etti.
— Kadını burada bırakamazsınız, ya?
— Gelmiyor,
— Zorla götürün.
Beatty, ignitörünü saklayan elini kaldırdı.
— Geç kalıyoruz. Bunlar zaten hep intihar etmek isterler. Durum hep aynı.
Montag kadının dirseğini tuttu.
— Benimle gelebilirsiniz.
— Hayır yine de teşekkür ederim. Bea-tty :
— Ona kadar sayıyorum, dedi. Bir. İki. Montag :
¦— Lütfen, dedi. Kadın :
— Siz gidin, dedi.
— Üç. Dört.
Montag kadını çekiştirdi.
— Haydi.
Kadın sakin sesle :
— Burada kalmak istiyorum, diye cevap verdi.
— Beş. Altı. Kadın :
— Saymanıza lüzum yok, dedi.
Avueunu açtığı zaman bir mutfak kibriti göründü.
Kibritin görünmesi bütün adamların koşarak evden kaçmalarına sebep oldu. Yüzbaşı Beatty, büyük bir inatla kapıya doğru geriledi. Montag, alarmın daima geceleri verildiğini düşündü. Acaba yangın geceleri güzel göründüğü için miydi? Beatty'nin pembe yüzünde korku ifadesi belirdi. Kadının bir hareketi kibritin parlamasına se-
— 38 —
bep olabilirdi. Petrolün ağır kokusu bütün evi sarmıştı. Montag, koltuğunun altındaki kitabın canlandığını zannetti. Sanki koltuk altında ikinci bir knlp çarpıyordu.
Kadın :
— Haydi, durmayın, gidin, dedi.
Montag, gözlerini kadından ayırmadan kapıya doğru geriledi ve Beatty'nin arkasından çıktı. Petrolün alevi, yılan gibi kıvrılarak kadını sarmak üzereydi.
Kadın, itfaiyecilerin arkasından avluya çıktı ve onların uzaklaşmasını izledi.
Beatty, parmağının ucuyla petrolü ateşledi.
Fakat çok geg kalmıştı. Montag, hayretle nefesini tuttu.
Kadın, Beatty'den evvel davranarak kibriti çakmış ti.
Diğer evlerden çıkanlar da caddeye doğru koştular.
m *«
Itiraiye merkezine gelene kadar kimse konuşmadı. Kimse kimsenin yüzüne bakmıyordu. Montag ön tarafta Beatty ve Black'le beraber oturuyordu. Pipolarını bile İçmiyorlardı.
Montag, nüıayot :
ı— Master Ridley, dedi,
Beatty :
Ne?, diye sordu.
— Kadın, Master Ridley demişti. Kapıya geldiğimiz zaman bir şeyler saçmalıyordu. Adamla oynayın dedi, Eöyle bir şey...
Beatty :
— Tanrının liitfuyla, îngilterede bir mum yakacağız ki bunu kimse sondüremeyecek, dedi.
— 39 —
Hem Stoneman hem de Montag şaşkınlıkla yüzbaşılarına bakttlar.
Beatty, çenesindeki kılları sıvazladı.
—,On altı Ekim bin beş yüz elli beşte, diri diri Oxford* da yanarlarken Latimer adında biri Nicholas Ridley adinda birine böyle söylemiş.
Montag ve Stoneman başlarını tekrar caddeye çevirdiler.
Beatty :
— Biraz bir şeyler büiyoruz, dedi. îtfaiye yüzbaşılarının çoğu bazı şeyler bilirler. Bazen ben bile kendi kendime şaşarım. Dikkat et Stoneman!
Stoneman, kamyonu frenledi. Beatty :
— Röneceğimiz köşeyi geçtin dedi.
**
— Kim o?
Montag, karanlıkta kapalı kapının pervazına dayandı.
— Kim olabilir? Karısı nihayet:
— Peki, aşığı yak, dedi.
— Işık istemiyorum. —¦ Yatağa gel.
Somyanın gıcırtısından karısının kenara çekildiğini anladı.
Miîdred :
— Hasta mısın?, diye sordu.
Bütün bunlara sebep olan elle Hy di. Ellerinin ceketini çıkartıp yere bıraktığını hissetti. Sonra pantolon da ceketin yanma düştü. Elleri iltihaplanmış ti, yakında kollarına da geçecekti, Zehirin ellerinden bileklerine, kollarına ve omuzlarına doğru çıktığını hissetti. Elleri doymak
— 40 —
t
nedir bilmiyordu. Gözlerinde de açlık izleri okunuyordu, sanki bir şeye bakmak ihtiyacını duyuyormuş gibi hissediyordu*
Mildred:
—¦ Ne yapıyorsun?, diye sirdu.
Terleyen, buz gibi parmaklarının arasındaki kitabı düşürmeden dengesini bulmaya çalıştı.
Bir dakika sonra karısı;
— Odanın ortasında durmasana, dedi. Gırtlağından hafif bir ses fırladı. Karısı yine sordu.
— Ne?
Gürültüsü şimdi daha hafifti. Ayaklarının üstünde sallanarak yatağa doğru yürüdü ve kitabı soğuk yastı* gın altına soktu. Yatağın üstüne düşünce karısı bir hayret sayhası kopardı. Sanki koca bir denizin ortasındaki iki ada gibi birbirlerinden ayrıydılar. Mildred hep konuşuyordu. §undan bundan söz ediyordu, ama kelimelerini anlamıyor, sadece sesini duyuyordu. Fakat Montag cevap vermeden yatıyordu. Biraz sonra karısının kalkıp yanma geldiğini ve buz gibi parmaklarını yanağına dokundurduğunu hissetti. Karısı parmaklarını çekince uçlarının ıslak olacağını büiyordu.
* **
Montag, gece geç saatte karısına baktı. Henüz uyumamış olduğunu gördü. Odada hafif müzik sesi vardı. Yine kulaklarından yükselen müziği dinliyordu. Gözlerini tavana dikmiş, hareketsiz yatıyordu.
Karısının telefonla çok konuşması üzerine çaresiz kalan koca en yakın dükkâna koşup karısına telefon ederek, akşama ne yemek olduğunu sorduğuna dair eski bir fıkra yok muydu? Eh, acaba kendisi de bir kulaklık ve
— 41 —
verici alsa kapsıyla konuşsa, ona haykırsa, bağırsa, söylese olmaz mıydı? Ama ne söyleyecek, ne fısıldayacak ti? Ne söyleyebilirdi?
Birden karısı kendisine o kadar yabancı geldi ki, onu evvelce tanıyıp tanımadığını kendisine sormak zorunlu-ğunu duydu. Başka birinin evindeydi. Sarhoş koca yanlış kapıyı açmış, yanlış bir kadının koynuna girmiş, sonra sabahleyin tekrar işe gitmişti ve ikisi de bunun farkında değildi.
— Millie...?, diye fısıldadı.
— Ne var?
— Seni şaşırtmak istemedim. Sadece Öğrenmek istediğim...
— Evet?
— Ne zaman tanıştık? Ve nerede tanıştık?
— Ne zaman ne için tanıştık?
— Yani... esas olarak.
Montag, karısının kaşlarını çattığını, karanlık olmasına rağmen hissedebiliyordu. Biraz daha açıkladı.
— Tanıttığımız ilk gün, ne zaman ve neredeydi?
— Ha, şey,..
Mildred birden sustu. Biraz sonra:
— Bilmiyoıum, dedi,
Montag, buz kesildiğini hissetti.
— Hatırlayamıyor musunuz?
— O kadar zaman geçti ki.
— Sadece on yıl! Evet, sadece on yıl!
Mildred garip bir kahkaha attı. Bütün oda çm çm öttü.
— Heyecanlanma, düşünüyorum, dedi. Garip,çok garip, kocasıyla ne zaman ve nerede tanıştığını hatırlaya-mamak çok garip!
— 42 —
Montag, gözlerini, yanaklarını ve ensesini oluşturarak yattı. Avuçlarını gözlerinin üstüne şiddetle bastırarak, bazı anılarmı geri itmek istermiş gibiydi. Sanki, Mil-dred'le ne zaman ve nerede tanıştığını hatırlaması her geyden önemliydi.
Mildred, şimdi banyoya geçmişti. Montag suyun sesi arasından karısının sesini duydu.
— Önemli değil.
— Evet, Önemli olduğunu sanmıyorum.
Karısının kaç tablet aldığını zihninden saydı. Makinenin yılan gibi hortumunun nasıl uzandığını hatırlıyordu. Kaç tablet almıştı? Acaba daha kaç tane alacak ve sonra hatırlamayacaksın ? iki operatörün baş ucunda duruşunu hatırladı. O zaman Mildred ölseydi, ağlamayacağını biliyordu. Onun için sadece silik bir yüz daha kaybolmuş olacaktı. Birden ağlamaya başladı, ama ölüme neden ağlamadığına ağlıyordu. Boş bir kadının yanında boş bir erkek!
Neden böylesine boş olabilir?, diye düşündü. îçini kim boşaltabilir? Geçen günkü karahindiba! Ne kadar ayıp! Sen kimseye aşık değilsin! Peki neden aşık olmadan?
Mildred'le aranda görünmez bir duvar yok mu? Aslında üç duvar var! Odaya ne zaman girse Mildred üç duvarla konuşmuyor mu?
— Bir şeyler yapılması gerekiyor!
— Evet, bir şeylerin yapılması gerek!
— Şu halde, burada durup konulmayalım!
— Haydi, yapalım!
— Öyle öfkeliyim ki, tükürebilirim!
Bütün bunların anlamı neydi? Mildred cevap veremiyordu. Kim kime öfkelenmişti? Mildred bunu da bilmi-
— 43 —
yordu. Ne yapıyorlardı? Ne yapacaklardı? Eh, Mildred, bekle de görün, demişti.
Görmek için beklemişti.
Duvarlardan gök gürültüsünü andıran sesler duyuldu. öylesine bir müzik bombardımanına tutuldu ki, bütün kemiklerinin aarsüdığmı hissetti. Sanki gözleri yerinden oynamış, çenesi sarsılmıştı. Müzik kesildiği zaman kendisini sanki, dağa tırmanmış kadar yorgun hissetti.
Gümbürtü azaldı- Müzik öldü.
Mildred:
— İşte, dedi.
Montag, yorgun bir tavırla odadan çıktı, Arkasmdan gelen sesleri ancak duyuyordu,
Bir teyze:
— Eh, artık her şey düzelecektir, dedi. Bir kuzen:
— O kadar güvenme, dedi.
— Kızmaya başlama!
— Kim kızıyor?
— Sen!
— Sahi mi?
— Sen delisin î
— Neden deli olacak mışım?
— Çünkü! Montag:
— Hepsi güzel, ama, neye kızıyorlar?, diye haykırdı. Bu insanlar kim, bu kadın kim? Boşanmış karı koca ya da nişanlı bir çift mi? Birbirine bağıntısı olmayan sözler-
Mildred:
— Onlar.,, dedi. Kavga ediyorlar, anladın mı? Çok kavga ettikleri gerçek. Dinlemelisin. Evli olduklarını sanıyorum. Evet, evlüer. Neden?
— 44 —
Sonra, spor arabalarına atlayıp duvarların dörde tamamlanmasını temin için gittiler. Yolda birbirlerine hay-kırarak konuşmak zorunda kalıyorlardı. Mildred arabayı yüz kilometre hasla sürüyordu; Rüzgâr seslerini boğuyordu.
Montag haykırdı.
— Hiç değilse sürat limitini geçme! Mildred bağırarak sordu.
— Ne?
Montag yine haykırdı.
Elli beşin Üstünde tut! Mildred çığlığa andıran sesle:
— Neyi?, diye haykırdı.
— Sürati.
Mildred, arabanın hızım biraz daha arttırınca, Montag, tükürüklerinin ağzından fırladığını hissetti.
Arabadan indikleri zaman Mildred yine kulaklıklarını taktı.
Sessizlik. Sadece hafif hafif esen rüzgârın sesi. Montag, yatağında döndü. —¦ Mildred.
Uzanıp küçük müzik kapsüllerini Mildred'in kulağından çekip aldı.
— Mildred, Mildred? MÜdred, zayıf sesle:
— Evet, dedi.
Montag, bu kristallerin aralarındaki duvar olduğunu biliyordu. Sanki aralarında kristal bir duvar vardı ve duvarı yıkmaları imkânsızdı. Birbirlerine dokunamazlardı.
— Mildred, sana söylediğim kızı tanıyor musun?
— Hangi kızı?
— Komşumuz.
— Komgumuz mu?
— 45 —
— Biliyorsun, liseye giden kız. îsmi Clarisse.
— An, evet.
— Birkaç glinden beri göremedim, tam dört gün oluyor. Onu gördün mü?
—¦ Hayır.
— Onun hakkında seninle konuşmak istiyordum. Garip.
— Oh, hangisinden söz ettiğini biliyorum.
— Tanıyacağını biliyordum,
Mildred'in yüzü karanlıkta görünmüyordu.
— O, dedi.
—¦ Ne olmuş ona?
— Söyleyecektim, ama unuttum, unuttum. —- Şimdi söyle. Ne olmuş?
— Gittiğini sanıyorum.
— Gitti mi?
— Bütün aüesi başka bir yere taşındı, galiba. Fakat kız temelü gitti. Öldüğünü sanıyorum.
— Ayni kızdan söz ediyor olamayız.
— Hayır. Aynj kız. McCMlan. McClellan! Bir arabanın altında kalmış. Ddrt gün evvel. Emin değiüm. Fakat Öldüğünü sanıyorum. Neyse, ailesi nasıl olsa gitti. Bilmiyorum. Fakat kızm öldüğünü sanıyorum.
— Öldüğünden emin değil misin?
— Hayır, emin değilim.
— Bana daha önce neden söylemedin? —. Unuttum.
— Dört gün evvel!
— Hiç hatırıma gelmemişti. Montag, fısıltılı sesle:
— Demek ki dört gün önce, dedi. Kımıldamadan karanlık odada yattılar, Nihayet Mildred:
— 46 —
— îyi geceler, dedi.
Montag çok hafif bir ses duydu. Müdred kulaklıkları tekrar yerine takmıştı.
Karısının ağzmm içinden mırıldandığını duydu, Evin dışında bir gölge kımıldadı. Sonbahar rüzgârı kuru bir yaprağı kaldırıp götürdü. Karanlığın içinde hihssettiği bir şey vardı. Cama çarpan ılık bir nefesin sesini duyarmış gibiydi.
Mekanik köpek, diye düşündü. Bu gece dışarda. Eğer pencereyi açacak olursam... Pencereyi açmadı.
*
Sabahleyin hem ate§i vardı, hem de titriyordu. Mildred:
— Hasta olamazsın, dedi. Montag gözlerini yumdu.
— Evet,
— Fakat dün gece bir şeyin yoktu. Akrabaların avluda bağırdıklarını duyuyordu*
— Hayır, hiç bir şeyim yoktu.
Mildred merakla Montag'm baş ucunda duruyordu. Montag gözlerini açmadan karısının taş ucunda durduğunu hissediyordu.
— Bana aspirin ve su getirir misiniz?
— Kalkmalısın. Öğle oldu. Her zamankinden tam beş saat fazla uyudun.
— Şu televizyonu kapar mısın? —- Onlar benim ailem.
— Bir hasta adama bunu çok mu görüyorsun?
— Peki .kaparım.
— 47 —
Mıldred odadan çıktı, holde bir şeyler yaptıktan sonra tekrar geldi.
— Şimdi daha iyi mi?
— Teşekkür.
—. Benim en çok sevdiğim program.
— Aspirini unuttun mu?
— Şimdiye kadar hiç hasta olmamıştın.
Mİldred tekrar dışarı çıktı, biraz sonra tekrar geldi.
Montag:
— Şimdi hastayım, dedi. Bu gece çalınmayacağım. Beatty'ye telefon et.
Mlidred telefondan döndükten sonra:
— Dün akşam garip davrandın, dedi. Montag, karısının verdiği su bardağına baktL —¦ Aspirin nerede?
— Ah, unuttum. Bir şey mi oldu?
— Yıangın.
Mİldred, banyodan seslendi.
— îyi bir gece geçirdim.
— Ne yaptm?
— Televizyon seyrettim.
— Ne vardı?
— Program.
— Ne programı?
— Eskisinden çok daha iyi bir program.
— Kim oynadı?
— Oh, biliyorsun, grup.
Montag, avuçlarını tekrar gözlerine bastandı.
— Evet, grup, grup, grup.
Birden burnuna gelen petrol kokusundan midesi bulandı ve kuşta ,
Odaya dönen Mİldred:
—* Neden kustun?, diye sordu.
— 48 —
Montiag, hoşnutsuz gözlerle yere baktı.
— Yaşlı bir kadını kitaplarıyla beraber yaktık. Mıldred bir bez alarak yeri temizlemeye başladı.
— Allahtan ki hah yıkanabilir. Dün akşam Helen'lere gittim.
— Kendi odandş, seyredemiyor musun?
— Evet, ama onları ziyaret etmiş oldum. Mildred tekrar hole çıktı. Montag, onun şarkı söylediğini duydu.
—¦ Mildred?, diye seslendi.
Mildred, parmaklarını hafif hafif şaklatıp bir şarkı mırıldanarak döndü. Montag: •—• Dün akşam olanları sormayacak mısın?, dedi.
— Ne oldu?
— Bin kitap yaktık! Bir kadın yaktık!
— Peki?
Büyük salon gürültüden inliyordu.
— Dante, Swift ve Marcus Aurelius'un kitaplarını yaktık.
— Avrupalı değil miydi o? — Onun gibi bir şey.
— Radikal değil miydi?
— Onu hiç okumadım. Mildred telefonla oynayarak;
— Radikaldi, dedi. Yüzbaşı Beatty'ye telefon edeceğimi düşünmüyorsun, değÜ mi?
— Telefon etmelisin!
— Bağırma!
— Bağırmıyorum.
Montag yataktaydı, birden öfkelenmiş ve kızarmış, titriyordu. Büyük salon gümbürdüyordu.
— Ben ona telefon edip hasta olduğumu söyleyemem.
— 49 —
Mildred:
— Neden?, drye sordu.
Montag, çünkü korkuyorum, diye düşündü. Korkuyordu çünkü, sonunun ne olacağını biliyordu. Evet, yüzbaşı, kendimi daha iyi hissediyorum. Saat onda görevimin başmda olacağım.»
Mildred:
— Mildred:
— Neden?, diye sordu.
Montag, çünkü korkuyorum, diye düşündü. Korkuyordu çünkü, sonunun ne olacağını biliyordu. «Evet, yüzbaşı, kendimi daha iyi hissediyorum. Saat onda görevimin başında olacağım.»
Mildred;
— Hasta değilsin, dedi.
Montag, sırt üstü yatağa serildi. Elini yastığının altına soktu. Kitap hâlâ koyduğu yerde duruyordu.
— Acaba işimden bir süre vazgeçsem nasıl olur, Mildred?
— Her şeyden vaz mı geçeceksin? Bunca yıldan sonra kitaplar yandı diye, bir kadın yandı diye,..
— Kadını görmeliydin Millie! ,
— Bana bir şey ifade etmez, kitap edinmemeliydi. Bütün sorumluluk kendisinin, bunu düşünmeliydi. Ondan nefret ediyorum. Seni etkisi altına almış ve bizi işsiz, evsiz, hiç bir şeysiz bırakacak.
Montag*.
— Sen orada değildin, görmedin dedi. Kitaplarda bir §eyler olmalı, bizim tahayyül edemeyeceğimiz bir şeyler olmalı ki kr,d:n da kitaplarıyla beraber yanmaya razı oldu. Sebepsiz yere neden kendisini yakmış olsun!
—BâSit düşünceli bir kadmmış.
— Belki senden ve benden daha bilgili bir kadındı ve biz onu yaktık.
— 50 —
— Köprünün altından da su akıyor.
— Hayır, su değil yangın. Yanan ev gördün mü hiç? Eirkaç gün süresince dumanı tüter. Bu yangm bütün hayatım boyunca sürecek. Bütün* gece unutmaya çalıştım. Aklımı oynatacak duruma geldim.
— İtfaiyeci olmadan önce bunu düşünmeliydin. Montag:
— Düşünmek mü, dedi. Seçmek fırsatı bende mi? Büyükbabam ve babam da itfaiyeciydi. Uykumda hep onları kovaladım .
Büyük salonda dans müziği çalıyordu.
Mildred:
— Bugün vardiyeye erken gideceksin, dedi. İki saat önce gitmen gerekirdi. Şimdi aklıma, geldi.
Montag:
— Sadece kadın sebep değil, dedi. Dün gece on yıldan beri kullandığım petrolü düşündüm. Ayrıca kitapları da düşündüm .îlk defa her bir kitabm arkasında bir adam olduğunu düşündüm. Bütün bunları bir adam yapmış olmalıydı. Bir adam bunları yazana kadar Ömrünü harcamış olmalıydı. Ve bütün bunları şimdiye kadar hiç düşünmemiştim.
Montag yataktan kalktı,
— Düşüncelerim kâğıtlara geçirmek belki bir adamın bütün hayatına mal oldu. Bütün bir hayat iki dakika içinde yanıp kül oluyor.
Müdred:
— Beni rahat bırak, dedi. Ben hiç bir şey yapmadım,
— Seni rahat bırakmak mı! Peki, ben kendimi nasıl rahat bırakayım? Arada sırada rahatsız olmamız şart. Ne kadar zamandan beri rahatsın?
Montag birden sustu. Geçen haftaki olayı hatırla-
— 51 —
mıştı. Tavana dikilmiş olan fersiz gözleri görür gibi olmuştu. Fakat o, başka Mîldred'di. Sanki bu iki kadın hiç karşılaşmamışlardı.
Möntag üzüntüyle sırtını döndü.
Mildred:
— Eh, olanlar oldu dedi. Bak evin önünde kim var?
— Eona ne!
— Üzerinde arma olan bir araba durdu ve kolunda turuncu yılan işlemeli, siyah gömlek giymiş bir adam kapıya doğru yürüyor,.
— Yüzbaşı Beatty mi?
— Yüzbaşı Beatty
Montag yerinden kımıldamadan karşısındaki beyaz duvara gözlerini dikerek durdu.
—. Onu içeri al, olur mu? Hasta olduğumu söyle.
— Sen kendin söyle!
Mildred bir iki adım sağa, sonra sola koştu. Mikrofondan hafif bir ses duyuldu. «Bayan Montag, Bayan Montag, kapıda biri var. Kapıda biri var, Bayan Montag.»
Montag, kitabı iyice sakladığından emin oldu. Tekrar yatağa girip çarşafı göğsüne kadar çekti. Mildred odadan çıkıp kapıyı açtı. Biraz sonra Yüzbaşı Beatty yatak odasına girdi. Ellerini cebine sokarak yatağa doğru yumdu.
Beatty, ne Montag'a ne de Mildred1 e bakmadan bakışlarını odada dolaştırdı.
Müdred koşarak salona geçti. Biraz sonra salondan gelen sesler kesildi.
Yüzbaşı Beatty, odadaki en rahat koltuğa oturdu. Sarı madenden piposunu yaktı. Birkaç nefes çekiştirdi. Hiç acelesi olmayan bir adam gibi davranıyordu. Ağzından yumruk büyüklüğünde bir duman kütlesi saldı.
— Hasta adamın nasıl olduğunu görmek için geldim, dedi.
— 52 —
— Ner'den tahmin ettin?
Beatty sırıttığı zaman pembe diş etleri göründü.
— Her şeyi gördüm. Bu gece gelemeyeceğini bildirecektin.
Montag, doğrulup oturdu. Beatty:
— Eh, bu gece izinli sayılabilirsin, dedi. Elindeki ignitörle oynuyor, yakıyor, söndürüyor, sonra tekrar yakıyordu. Dalgın bir hali vardı*
— Ne zaman iyileşeceksin?
— Yarın, Belki ertesi gün. Haftanın ilk günü. Beatty piposunu çekiştirdi.
— Her itfaiyeci eninde sonunda böyle olur. Yapılması gereken şey, dolabın nasıl döndüğünü anlamalarıdır, işimizin tarihini Öğrenmek gerekir. Eskiden olduğu gibi öğretim yapmıyorlar.
Bir tutam duman saldı.
— Sadece itfaiye Şefleri bunları hatırlıyor. Sana bu konuda bilgi vereceğim.
Mildred huzursuz bir tavırla yerinde kımıldadı. Beatty söyleyeceklerini tasarlamak istiyormuş gibi bir dakika kadar sustu.
Sonra derin bir nefes alarak konuşmaya başladı.
— Şu işinin ne zaman ve nerede başladığım soruyorsun, değil mi? Aslında iç savakla beraber başlamış olduğunu söylüyor. Fotoğrafçılık kendi başına bir meslek olana kadar bunu benimseyemediğimiz bir gerçek. Sonra... yirminci asrın ilk yarısında sinema başladı. Radyo, televizyon. Her şey kütle haline geldi.
Montag, yatakta oturuyor ve hiç kımıldamadan dinliyordu.
Beatty:
— Kütleleşmeleri yüzünden basitieştiler, dedi. Bir zamanlar kitaplar belirli kimselere özgü oldu. Orada hura-
— 53 —
da, falan filan. Dünyada herkes görmeye duymaya başladı. Nüfus gittikçe arttı. Filimler, radyolar, dergiler, üdtaplar bir çeşit norm halini aldı, beni takip edebiliyor musun ?
— Zannedersem.
Beatty, ağzından saldığı duman y:ğmına baktı.
— Gözlerinin önüne getir. On dokuzuncu asırda insanlar atları, köpekleri, arabalarıyla yavaş gelişen bir topluluktu. Sonra, yirminci asırda, birden gelişmeye başladılar. Kitaplar daha kısa olmaya başladı. Yoğunlaşma. Öğütme. Komprime, Her şey kaynamaya, kötü sonuçlanmaya başLadı.
Mildred başını sallayarak evetledi.
— Kötü sonuçlandı.
—. Klâsikler on beş dakikalık radyo oyunu haline geldi. Sonra kitaplar iki dakikalık sütunlar haline getirildi. Sözlükler on iki satırlık oldu. Tabiî, sözlükler sadece müracaat içindi. Hamlet bir sayfalık piyes haline sokuldu. Anlıyor musun?
Mildred huzursuz bir şekilde edada dolaşmaya başladı. Onu bunu kaldırıyor, sonra tekrar yerine koyuyordu.
Beatty, ona aldırmadan konuşmasına devam etti.
— Çabuk düşünmeye başla, Montag. Zihnini, oraya, buraya, şuraya koştur. Yukarı, aşağı, içeri daşarı, neden, nasıl, kim. ne; nerede, ha? Bir kolon, iki cümle, bir başlık. Sonra ,hepsi havada eriyip gider. Öyle değil mi?
Mildred yatak çarşafını düzeltmeye bağladı. Yastığı düzeltmek için kımıldattığı zaman Montag, yüreğinin ağzına geldiğini sandı. Mildred, yastığı düzeltebilmek için Montag'ın omuzunu çekiyordu. Belki de elini yastığın altına sokacak, bu nedir?, diye soracaktı.
Beatty devam ediyordu.
— Okullar kısaltıldı. Disipline boş verildi. Felsefe, tarih, lisan dersleri kaldırıldı. İngilizce yavaş yavaş ih-
— 54 —
mal edildi, sonra tamamen unutuldu. Hayat çabuk geçiyor. Önemli olan iştir, zevk işten sonradır. Bir şalteri açıp kapamak, bir düğmeye basmak veya bir somunu sıkıp gevşetmek varken öğrenime ne lüzum var ? Mildred:
— Yastığını düzelteyim, dedi. Montag:
— Hayır, diye fısıldadı,
— Düğme yerine fermuar kullanılıyor. Neden 7Giyı-nirken vakit kaybetmemek için.
Mildred:
— Dur biraz, dedi. Montag:
— Beni rahat bırak, diye kargılık verdi. Beatty hâlâ konuşuyordu.
— Hayat büyük bir uçurum haline geliyor. Montag. Her şey hızlanıyor.
Mildred yastığı çekerek:
— Püfff., diye söylendi! Montag, heyecanla:
— Allah aşkına beni rahat bırak, dedi. Beatty gözlerini iri iri açtı.
Müdred'in eli yastığın arkasında donmuş gibi kalmıştı, Parmakları kitabın kenarlarında dolaşıp onun ne olduğunu kavrayınca yüzüne şaşkın bir ifade geldi, sonra yüzü taşlaşmış gibi basıldı. Bir şey sormak için ağzını
au biı > ı
— Beyzbol seversin, değil mi, Montag?
— Beyzbol iyi bir oyundur.
Beatty şimdi sanki görünmez adam olmuş, piposunun dumanları arkasında kaybolmuştu. Mildred, neşeli bir tavırla:
— Bu nedir?, diye sordu.
— 55 —
Montag, sırtını iyice bastırdı. Mildred ismrla:
— Buradaki nedir?, diye sordu. Montag:
— Otur yerine!, diye haykırdı. Mildred korkuyla geri sıgradı. Eh boştu. Montag:
¦=— Görüyorsun ki konuşuyoruz, dedi.
Beatty sanki hiç bir şey olmamış gibi devam etti,
— Bowling seversin, değil mi, Montag? —. Bowling, evet.
— Golf?
— Golf da iyi bir oyundur.
— Basketbol?
— îyi oyun.
— Bilardo? Futbol?
— Hepsi güzel oyunlar.
— Herkes için bol bol spor, eğlence ve düşünmek zorunda değilsin, ha? Sadece eğlenceyi tertiplemek gerekiyor. Kitaplarda resimler çoğaldı. Zihin gittikçe az bilgi alıyor. Sabırsızlık. Yollar sağa sola giden halkla dolu. Nereye gidiyorlar? Hiç bir yere. Kasabalar motellere dönüştü. Benim bir gece yattığım yerde sen ertesi günü öğleyin yatıyorsun.
Mildred, öfkeli bir tavırla odadan çıktı ve kapıyı çarparak kapadı. Biraz sonra büyük salondan konuşma sesleri duyuldu.
Beatty konuşmasına devam etti.
— Şimdi de azınlıkları ele alalım mı ? NüfU3 arttıkça azınlıklar da çoğalıyor. Köpek sevenlerin, kedi sevenlerin, doktorların, avukatların, tüccarların, şeflerin, Mor-monlann, Papazların, Çinlilerin, İsveçlilerin, Italyanlann,
— 56 —
Almanların, Teksaslıların, Brooklynlilerin, İskoçların, Oregan veya Meksikalılar m sakın ayaklarına basayım deme. Kitapliırdaki, piyeslerdekî, televizyondaki insanlar hiç kimseyi temsil etmiyorlar. Pazar ne kadar büyük olursa, Montag tartışma o kadar az olur, bunu hiç unutma! En küçük azınlıkların bile kulakları temiz kalmalıdır. Yazarlar, şeytanî düşüncelerle doludur; daktiloları kilit altına alırlar. Kitapların hiç değeri yoktur. Kitap satışlarının durduğunu bilmiyor musun? Fakat ne istediğini bilen toplum çok mutludur. Başarı sağlayan hep eğlenceli dergiler. Tabiî, üç buutlu seks dergileri, işte, Montag. Bugün için mutlu olmanı onlara borçlusun, Bugün için eğlenceli dergileri ve ticaret gazetelerini okuyabiliyorsun.
Montag:
— Evet, ama itfaiyeciler ne oluyor?, dedi.
Beatty, piposunun dumanları arasından ileri doğru uzandı.
— Bunun açıklaması kadar kolay ve doğal bir şey var mı? Okullarda daima kendine yabancı olan şeyleri ararsın. Kendi sınıfında çok zeki olan bir arkadaşın vardı, her halde, değil mi? Diğerleri aptal aptal yerlerinde otururken bu arkadaşın bütün soruları cevaplandirabili-yor ve diğerlerinin nefretini kazanıyordu, değil mi? Onunla hır çıkartmak istemedin mi, hiç? Muhakkak ki, onunla kavga ettin. Hepimiz aynıyız. Kimse eşit doğmamıştır, ama hayatta eşit haklara sahip olmuşlardır. Bu takdirde saklamak lüzumunu duydukları bir şeyleri yoktur. Şu halde, bir kitap dolu bir tabancaya benzer. Onu yakma-lîdır. Yani, tabancanın mermileri^ bolşaltmış oluyorsun. îyi okumuş bir kimsenin hedefi kim olacak, bilir misin? Ben mi? Katiyen. Geçen akşam söylediğin zaman haklıydın, bir zamanlar bütün evler yangına karşı dayanıklıy-
— 57 —
*
di. Eskiden itfaiyeciye sadece yangın söndürmesi için ihtiyaç gösterilirdi.
Büyük salonun kapısı açıldı, sonra Mîldred kapıda durup önce Beatty'ye sonra Montag Ja baktı. Dudaklar: kımıldıyor, bir şeyler söylüyordu, fakat sözleri salcndan gelen müzik gürültüsünün arasında eriyor, anlagılmıyör-du.
Beatty, piposunu avcuna vurarak saçılan küllere baktı.
— Uygarlığımız öylesine geniş ki, azınlıklar tarafından tedirgin edilmesine imkân verilmemelidir. Bunu hiç bir zaman unutmamalısın. Kendi kendine sor, bu ülkeden ne istiyoruz? insanlar mutlu olmak istiyorlar, doğru değil mi? Hiç duymadın mı? İnsanlar, ben mutlu olmak istiyorum diyorlar. Eh, mutlu değüler mi? Onları her zaman hareketli tutmuyor muyuz, onlara eğience vermiyor muyuz? Bütün yaşantımız bunun için de£11 nıi? Eğlence için yaşamıyor muyuz? Kültürümüzün bunu temin ettiğini kabul etmelisin.
— Evet
Montag, Mildred'in dudaklarının kımıldayışından ne söylediğini anlıyordu. Müdred'in dudaklarına bakmamaya çalıştı, çünkü Beatty de dönüp dudak-arm neler söylediğini okuyabilirdi .
— Derisinin rengi değişik olan insanlar küçük siyah Sambo'yu sevmiyorlar. Yak onu. Beyazlar, Tom Amcanın Kulübesini sevmiyorlar. Yak onu. Birisi tütün ve kanser hakkında bir kitap mı yazmış Sigara içenler ağlıyorlar mı? Kitabı yak. Huşur, Montag. Sükûn, Montag. Mücadeleni dışar: götürürsün. Daha iyisi, yakma fırınına, Cenazeler mutsuzdur, öyle değil mi? Onları da saf dışı bırak. Bir kimsenin ölümünden beş dakika sonra fırına gönder yansın, kül olsun. On dakika sonra ölen adam kömür
-58-
veya kül yığını haline gelmiştir. Kişiler hakkında kaçamaklı konuşmalara kaçmayalım. Onlar; unu ta] im. Hepsini, her şeyi yakalım. Ateş parlaktır, ateş temizdir.
Mildrcd, salondan duyulan gürültülü müziğin kesilmesiyle beraber konuşmasını kesti. Montag, nefesini tutarak bekledi.
Sonra ağır ağır:
— Yanımızdaki evde bir kız vardı, dedi. Şimdi gitmiş, öldü sanıyorum. Yüzünü bile hatırlayamıyorum. Fakat çok değdik bir karakteri vardı. Nasıl.,, nasıl oldu?
Beatty gülümsedi.
— Burada veya orada, muhakkak olması gerekiyor. Clarisse McClellan mı? Ailesinin bizde kaydı var. Onları dikkatle inceledik. İrsiyet veya soyaçekim garip şeylerdir Birkaç yılda sahip olduğun doğal şeylerden kurtulamazsın Evinin çevresinde okulda yapamadığın şeyleri yapabilirsin. Zaten bu nedenle Ana okulu yaşım yıllar geçtikçe küçülttük. McClellan Tlar Şikago'da otururlarken onlar hakkında yanlış bir alarm aldık Tek bir kitap dahi bulamadık. Amca çok karışık bir karakterde, an ti sosyal. Kız mı? Saatli bir bomba. Ailesi kızın bilinçaltını besliyordu, bundan eminim, tabiî bunu kızın okul kayıtlarına brakarak söylüyorum. Bir şeyin nasıl yapıldığıyla ilgili değildi, ama neden yapıldığıyla ilgiliydi. Şaşırtıcı olabilir. Bir çok şeyin neden yapıldığını kendi kendine sor, sonunda çok mutsuz olduğunu anlarsın. Kızın ölümü kendisi için daha hayırlı.
— Evet, ölümü.
— Allahtan ki onun gibi garip kimselere çok ender olarak rastlıyoruz. Onları nasıl çimdikUyeceğimizî biliyoruz. Bir evi tahta ve çivi olmadan yapamazsın, Eğer ev yapmak istemiyorsan, tahtaları ve çivileri saklarsın. Bir kimsenin politik olarak mutsuz olmasını istemiyor-
— 59 —
ean, ona iki yönlü soru sorma, tek soru sor. Daha iyisi hic sormamak. Bırak savaş diye bir şeyin var olduğunu unutsun.
Beatty yerinden kalktı.
— Artık gitmem gerekiyor, ders-bitti Umarım Tû durumu biraz olsun aydınlatabildim. Şunu unutma ki bizler, çevresini mutsuz kılmak isteyenlere karşı duruyoruz. Yere sağlamca bas. Kendini melankoliye kaptırma. Fazla felsefe insanın dünyasını yıkar Sana güveniyorum. Dünyamızın şimdiki mutlu hali bizim için en çok önem taşıyan sorundur,
Beatty, Montag'ın halsiz elini sıktı Montag, sanki ev üzerine yıküacakmış gibi hâlâ oturuyordu. Sanki yatağa yapışmıştı. Müdred, artık kapıda durmuyordu
Beatty:
— Son bir şey daha, dedi Bir kere de olsa her itfaiyecinin baza tutkuları vardır. Kitaplarda nelerin yazdığım merak eder. Eh, kaşınan yeri kaşımak gerekmez mi? înan bana Montag, vaktiyle bende okumuştum, ama kitapların söylediği hiç bir şey yok Öğrenebileceğin veya inanabileceğin hiç bir şey yok. Var olmayan kimselerin fikir kırıntıları
— Eh şu halde, eğer bir itfaiyeci tesadüfen evine bir kitap getirmişse, ama aslında bir kasıt yoksa?
Montag, boş gözlerle açık kapıya bakıyordu. Beatty:
— Doğal bir hata Sadece merak, dedi. Bu takdirde itfaiyecinin bu kitabı yirmi dört saat tutmasına izin veririz. Eğer bu zaman süresinde kitabı yakmamışsa, gelir biz yakarız
Montag'ın ağzı kurumuştu. —• Tabiî, dedi
— Eh, Montag, daha sonraki bir vardiyeyi alır mısın, bugün? Seni bu gece görebilir miyiz?
— 60 —
Montag:
— Bilmiyorum, dedi.
Beatty biraz şaşırmış göründü.
~ Ne?
Montag gözlerini yumdu.
— Belki, daha sonra gelirim,
Beatty, düsünceü bir tavırla piposunu cebine koyarken:
— Eğer gelmezsen »eni gerçekten de arayacağız, dedi
Montag, bir daha hiç gelmeyeceğim, diye düşündü.
Beatty:
— iyileşmeye bak ve hep iyi kal, dedi . Döndü ve açLk kapıdan çıktı.
**
Montag, Beatty'nin sarı arabayla uzaklaşmasını pencereden seyretti,
Caddenin karşısındaki binalar, düz bir duvar gibi görünüyordu. Clarisse bîr gün ne demişti? «Evlerin önlerinde veranda yok. Amcam evvelce evlerin önünde veranda olduğunu söylüyor. İnsanlar o verandada oturur sohbet ederlermiş, salıncaklı sandalyelerde sallanırlarmış. Bazen de sadece oturup düşünürlermiş. Amcamın dediğine göre, iyi görünmedikleri için mimarlar tarafından ortadan kaldırılmışlar. Ama bunun asıl maksadının, insanların hiç bir şey yapmadan oturmalarına tahammül edemî-dikleri olduğunu söylüyor. Gerçek sebep buymuş. Sosyal hayatın nedenleriyle insanların çok konuştukları öne sürülmüş, Bahçeleri de kaldırmışlar. Oturup vakit geçirilecek bahçe hemen hemen yok sayılır. Şu mobilyaya bak.
— 61 —
Amcam diyor ki... ve... amcam... ve amcam...». Claris-se'in sesi yavaş yavaş kayboldu.
Montag, mikrofonla konuşan karısına baktı.
— Bugün işe giimemek, yarın da gitmemek ve itfaiyede çalışmamak için atılan ilk adandı.
Mildred:
— Ama bu akşam işe gidiyorsun, değil mi?, dedi.
— Karar vermedim. Şu anda her şeyi kırıp geğirmek ve öldürmek istiyorum,
— Eeetle'ı al.
— Hayır, teşekkür ederim.
— Kontak anahtarları masanın üzerinde duruyor, Böyle hissettiğim zaman daima* son süratle araba kullanırım. Doksan beşe çıktın ma kendini rahatlatmış hissedersin. Bazen bütün gece dolaşıp geliyorum, senin bundan haberin bile olmuyor. Şehir haricinde dolaşmak zevk oluyor, Bazen tavşanlara bazen de köpeklere çarpp.r, ezersin. Haydi, Be etle'ı alıp git.
—- Hayır, bu sefer istemiyorum. Bu garip şeye tutunmak istiyorum, içimde gittikçe büyüdüğünü hissediyorum. Ne olduğunu bilmiyorum. Çok mutsuzum. Öylesine öfkeliyim ki, neden olduğunu bilmiyorum Sanki gittikçe ağırlaşıyorum. Kendimi şişman hissediyordum. Birçok şeyi sakladığımı hissediyor, aım ne olduğunu bilmiyorum. Hattâ kitap okumaya bile başlayabilirim.
— Hapse girersin, değil mi? Mildred, kocasına kaçamak bir göz attı
Montag, yatak odasında huzursuz bir tavırla dolaşarak giyinmeye başladı
— Evet, belki de çok İyi bir fikirdir* Kimseyi incitmeden evvel Eeatty'nin anlattıklarını dinledin mi? Bütün
— 62 —
cevapları biliyor. Haklı. Mutluluk onemlli, Eğlence her şey. Bununda beraber burada oturmuş kendi kendime, ben mutsuzum diyip duruyorum
' — Ben mutluyum ve hayatımdan memnunum.
— Bir şeyler yapacağım. Henüz ne olduğunu bilmiyorum, ama büyük bir şey yapacağım
Mildred, dikkatini yine mikrofona vererek:
— Bu saçmalıklarını dinlemekten usandım, dedi. Montag, duvardaki kontrol düğmesine dokununca
mikrofon etkisini kaybetti
— Millie? Bu ev benim olduğu kadar da senin. Sana şimdi söyleyeceğim bir husus var. Sana daha Önce söylemeliydim, ama kendi kendime büe itiraftan kaçınıyordum. Görmeni istediğim bir şey var, son yıldan beri sakladığım bir şey var. Neden olduğunu bilmiyorum, ama sakladım ve sana söylemedim
Düz arkalıklı bir sandalye alıp ağır ağ:r hole, sokak kapısının yanma taşıdı. Sonra aındalyenin üzerine çıktı. Mildred, başım kaldırmış bekliyordu Montaj, elini uzatıp havalandırma tertibatının çıkış ızgarasını çekip aldı, sonra elini içeri soktu Başka bir plakayı da kenara çekerek bir kitap çıkardı. Kitaba bakmadan yere attı. Elini tekrar tipliğe sokup iki kitap daha çıkardı ve onları da yere attı.
Başını eğdi ve karısının ayakları dibinde duran yirmi kadar kitaba baktı.
— Özür dilerim, dedi. Gerçekten de düşünemem:;}tim. Bu işin içine beraber girdik gibi görünüyor.
,Mildred, mnki zehirli bir yılandan kaçarmış gibi, iri iri açılan gözlemi ıkitapiardan ayırmadan geriledi. Yüzünün rengi sokmuştu; soluk alışları hızlanmıştı. Sanki kendisini kaybetmiş gibi kocasının ismini tekrarlayıp duru-
— 63 —
yordu. Sonra inleyerek ileri atıldı ve kitaplardan birini kaptığı gibi mutfaktaki firma koştu.
Mintag, haykırarak karısına engel oldu. Mildred, kocasının kollarından kurtulmak için çırpınıyordu.
— Hayır, Mülie! Bekle. Biraz sabret, olmaz mı? Bilmiyorsun... dur!
Mildred'in yüzüne şiddetli bir tokat indirdi, sonra onu tekrar tuttu.
Mildred, büyülenmiş gibi ismini tekrarlayarak ağlamaya bağladı.
Motntag,
— Millie, dedi. Dinle. Bana bir saniye müsaade et, olmaz mı? Hiç bir şey yapamayız. Bunları yakamayız, Onlara göz gezdirmek istiyorum, hiç değilse bir kere bakmak istiyorum. Eğer Yüzbaşının söyledikleri doğruy-sa> beraberce yakarız, inan bana, beraberce yakacağız. Bana yardım etmelisin.
Karısının yüzüne baktı, sonra çenesini tutup yüzüne doğru kaldırdı. Sadece onun yüzüne bakmıyordu. Karısının yüzünde kendisini de görüyordu.
— Hoşlanmasak da bunun içindeyiz. Bu kadar yıldır senden hiç bir şey istememiştim, şimdi istiyorum, yalvarıyorum Yaşantımızın nedenlerini şimdiden araştırmaya başlamalıyız. Uçuruma doğru gidiyoruz, Mille. Ben uçuruma düşmek istemiyorum Benim için pek kolay olmayacak. Belki birbirimize yardımcı olabiliriz. Sana şu anda çok ihtiyacım var? Bunu sana anlatamam. Eğer beni biraz olsun seviyorsan bana yardımcı olmalısın. Yirmi dört saat, kırk sekiz saat, söz veriyorum hepsi bitecek. Yemin ederim.
Mildred artık çırpmmıyordu. Montag, onun kollarını bıraktı.
Mildred, hole doğru yürüdü, sonra kitapların yanı-
— 64 —
na oturup onlara bakmaya başladı .Ayağı bir kitaba do kununca hemen cereyan çarpmış gibi ayağını çekti,
— Şu kadın, Millie, geçen, geceki kadın! Sen orada değildin! Onun yüzünü görmedin. Ve Clarisse. Onunla hiç bir zaman konuşmadın. Onunla ben konuştum, Beatty gibi adamlar onun gibilerden korkuyorlar. Ani ayam ıyorum. Onun gibi bir kızdan neden korksunlar? Dün akgam ne kendimden ne de diğerlerinden hoşlanmadığımı anladım, Ve itfaiyecilerin yakılması gereken kimiler olduğuna karar verdim.
— Guy!
Ön kapıdan yumuşak bir ses duyuldu,
«Bayan Montag, Bayan Montag, birisi kapıda, burada birisi var, Bayan Montag, Bayan Montag, kapıda birici var.»
Ses çok yumuşaktı.
îkisi de dönüp kapıya baktılar. Kitaplar bütün hoîe sağılmış, birer saatli bomba gibi duruyordu.
Mildred:
— Beatty, dedi.
— Beatty olamaz, Mildred fısıldadı.
— Geri geldi!
Kapıdan tekrar yumuşak bir ses duyuldu. ÎKapıda birisi var...»
Montag, duvara dayandı sonra yavaf yavaş yere doğru kaydı.
— Cevap vermeyiz.
Baş ve işaret parmaklarıyla kitaplara dokunmaya başladı.
Tir tir titriyordu. Bütün arzusu kitapları yine vantilatör boşluğuna saklamaktı. Fakat Beatty'yte tekrar
— 65 —
yüz yüze gelemezdi. Yere çömeldi ve kitaplardan birini aldı. Ön kapıdaki ses İsrarla tekrarlıyordu. Montag:
— Nereden başlayacağız» dedi. Sonra kitabı araladı,
— Her halde okumakla başlayacağız. Mildred:
— Eve girecek, bizi ve kitapları yakacak, dedi.
Ön kapıdaki ses nihayet kesildi. Derin bir sessizlik oldu* Montag, kapının arkasında bekleyen birinin varlığını hissediyordu. Sonra uzaklaşan adım seslerini duydu.
Montag.
—¦ Bakalım bu neymiş, dedi,
Kelimeler ağzından zorlukla dökülüyordu. Kitabı karıktırarak şurasından, burasından okudu sonra şu satırları gördü.
«Küçük sonuçlarla yumurtalarım kırmalctansa, on bir bin insanın birçok defa ölümle karşılaştıkları tahmin edilmiştir.»
Mildred» Mantag'm karşısında oturuyordu.
— Ne demek bu? Hiç bir anlamı yok! Yüzbaşının hakkı vardı!
Montag;
— Kitabm başından başlayacağız, dedi.
— 66 —

ELEK VE KUM
Kasım yağmurları evin damını öfkeyle döverken, uzun süren öğleden sonraları kitapları okudular. Büyük salon çok sessiz ve renksiz olduğu için hep holde oturuyorlardı.
Montag, bir kitapta okuduğu satırları yüksek sesle tekrarlayarak dolaşırken, Mildred, büyük salona kaçamak göz atıyordu.
Montag aynı satırı tekrarlayarak okudu.
«Dostluğun kurulduğu zamanı dakikası dakikasına söyleyemeyiz. Sanki bir kabı damla damla su doldurur gibi dostluk damlaları kalbe dolar; ince düşünüşler, davranışlar dostlukları güçlendirir.»
Montag yağmuru dinleyerek oturdu .
— Komşunun kızında da böyle miydi? Onu anlamak için büyük gayret harcamıştım.
— O Öldü. Allah aşkına, ölüden değil, sağ olan birinden söz edelim ,
Montag, titrek adımlarla mutfağın kapısına kadar yürüyüp pencereden d işarda yağan yağmuru seyrederken karışma bakmadı bile. Sonra tekrar geri dönerek titremesinin geçmesini bekledi.
— 67 —
Başka bir kitap açtı. «En değerli konu, kendim.» Yüzünü duvara dönerek söylendi. —En değerli konu, kendim, Mildred:
— Bak bunu anladım, dedi.
— Fakat Clarisse'in en değerli konusu kendisi değildi. Herkesti, ben de dahil olmak üzere. Yıllardan beri ilk defa hoşlandığım bir insandı. Yaşantım boyunca gözlerime hiç çekinmeden bakan tek kimseydi.
îki kitap aldı.
— Bu adamlar öleli uzun zaman oluyor, ama söz konusu ettikleri noktaları biliyorum, şu veya bu şekilde Clarisse'in anladığı manâyı çıkarabiliyorum.
Kapının dıgında hafif bir sürtünme vardı. Montag donmuş gibi kaldı. “Mildred'in duvara yaslanıp nefesini korkuyla tuttuğunu gördü
— Birisi kapıda... kapının ses verme cihazı neden söylemiyor...
— Ben kapamıştım,
Kapın m eşiğinden derin derin nefes ah§ duyuldu. Mildred bir kahkaha attı.
— Sadece bir köpek. Onu tekmelememi ister misin?
— Yerinden kımıldama! Sessizlik.
Soğuk yağmurun tıpırtısı.
Kapmm eşiği altmdan gelen elektrikli, mavi duman.
Mideni köpeğin nefes alışları .
Montaj:
— Haydi, işimize bakalım, dedi. Mildred kitaplardan birini tekmeledi.
— Kitaplar insan değil. Sen okuyorsun, ben çevreme bakıyorum, ama kimseyi göremiyorum.
— 68 —
Montag, bomboş ve renksiz salona baktı. Belki elektronik güneşi alsalar biraz renk bulacaktı,
Miidred:
*— Ailem insandı, dedi. Anlatırlardı» gülerdim, onlar gülerdi! Ve renkleri
— Evet, biliyorum,
— Ve ayrıca ,eğer Yüzbaşı Beatty'nin bu kitaplardan haberi varsa...
Alil dr ed, düşündü. Yüzünün bütün adeleleri gerilmişti ve korkunç görünüyordu.
— Geiip bütün evi ve bizi yakacaktı. Çok korkunç! Yaptığımız yatırımı düşün. Neden okuyayım? Niçin?
Montag:
— Niçin? Neden dedi. Geçen akşam hayatımda gördüğüm en azgın yılanı gördüm. Ölüydü, ama canlıydı. Görebiliyor, fakat gÖremiyordu/ Bu yılanı görmek ister misin? İlk yardım hastanesinde senin üzerine kullandıkları bu yılanı görebilirsin. Onların kayıtlarını kontrol etmek istermisin? Belki Guy Montag ismi altmda belki de Korku ya da Savaş adı altında bulabilirsin. Dün gece yanıp kül olan eve gitmek ister misin? Kendi evini yine kendi yakmış olan kadının kemiklerini toplamak ister misin? Clarisse Mcrlellan'dan ne haber, onu nerede arayabiliriz? Morgda mı? Dinle!
Bombardıman uçakları gümbürtüyle evin üzerinden geçti ve sesler boşlukta gittikçe azalıp kayboldu. Montag;
— Her geçen saat, bu uçaklarm geçişi sıklaşıyor, dedi. Bu uçakların her saniye tepemizde dolaşır alarma neden engel olmuyorlar? iki atom savaşı başlatmış ve kazanmıştık. Evlerimizde bu kadar neşeH olduğumuz, eğlendiğimiz için mi dünyayı unuttuk? Biz çok zenrln, dünya çok fakir olduğu için hiç bir şeye aldırmıyoruz? Söylentiler duyuyorum: Dünya açlıktan ölüyor, fakat bizler çok
— 69 —
iyi besleniyoruz. Dünyanın çok çalıştığı bizim de çok eğlendiğimiz doğru mu? Bu sebeple mi bizden böylesine nefret ediyorlar? Nefret hakkında da söylentiler duydum, yular boyunca. Neden biliyor musun? Ben bümiyorum, evet. Belki bu kitaplar bizi inimizden çıkartır. Belki de bizi bunun için kitap okumaktan menediyorlar! Belki de kitaplar bizim de delice davranışlarda bulunmamızı önler! Senin şu büyük odadaki dostlarının bunlardan hiç ses ettiklerim duymadım. MİUie, anlamıyor musun? Günde bir saat ,iki saat, bu kitaplarla belki...
Telefon çaldı. Müdred ahizeyi öfkeyle yerinden kaldırdı.
— Ann., diye güldü. Evet, bu gece Beyaz Soytarı I Montag mutfağa gitti ve kitabı yere attı.
— Montag, dedi. Sen gerçekten aptalsın. Buradan nereye gidiyoruz? Kitapları yok edip, unutalım mı?
Kitabı açıp Müdred'in kahkahaları arasında okumaya çalıştı.
Zavallı, Millie, diye düşündü. Zavallı Montag, senin için de kötü. Fakat nerden yardım bulabilirsin, gecenin bu saatinde öğretmen nerde bulabilirsin?
Dur biraz. Gözlerini yumdu. Tabiî, evet. Bir yıl önceki yeşil park yine gözlerinin önüne geldi. O günü sık sık hatırlamakla beraber şimdi her şeyi daha açıkça görebiliyordu. Siyah elbiseli ihtiyar aceleyle ceketinin altına bir şey saklıyordu.
...İhtiyar sanki kaçaoakmaş gibi yerinden fırladı. Montag «Bekle!*, diye seslendi.
İhtiyar adam titreyerek:
— Birsey yapmadım-, diye haykırdım.
— Yaptığınızı kimse söylemedi ki.
Hiç konuşmadan bir dakika kadar yeşillikler içinde oturdular. Sonra Montag havadan söz etti, adam zayıf
— 70 —
4 sesle cevap verdi. Oldukça garip bir tanışmaydı. İhtiyar adam, bundan kırk yıl önce öğrenci bulunmaması yüzünden Güzel Sanatlar Akademisinden atılma bir İngiliz Profesörü olduğunu itiraf etti, İsmi Faber'di. Montag'dan korkusu dağılınca havaya, ağaçlara, çimenlere bakarak tatlı tatlı konuşmaya başladı. Bir saat sonra Montag'a bir giir söyledi. Sonra ihtiyar adara daha da cesaretlenerek başka bir şiir söyledi. Faber, elini sol cebinde tutarak sakin sesle konuluyordu. Kelimeler ağzından tane tane dökülüyordu, Montag, elini uzattığı takdirde adamın cebinden bir şiir kitabı çekeceğini biliyordu. Fakat elini uzatmadı. Elleri uyuşuk ,bir işe yaramaz halde kucağında durmaya devam etti. Faber:
— Şeyîerden söz etmiyorum, efendim, dedi. Şeylerin anlamlarından söz ediyorum. Burada oturuyor ve yaşadığımı düşünüyorum.
İşte hepsi bu kadardı. Bir saatlik sohbetten sonra, Montag'ın bir itfaiyeci olduğunu dikkate almadan, Fabar titrek bir yazıyla adresini yazıp verdi.
— Dosyanız iğin, dedi. Bana kızmaya karar verdiğiniz zaman kullanırsınız.
Montag:
— Size kızgın değilim, dedi.
Bu sözüne kendisi de hayret etmişti.
**
1
Mildred, holde kahkahadan kırılıyordu, Montag yatak orasmdaki dolaba gitti ve cüzdanını açıp Faber'in adresini aradı ve GELECEKTEKİ SORUŞTURMA başlığı altında buldu. Adresi ne içeri vermiş ne defterinden silmişti.
İkinci telefonda Faber'in numarasını aradı. Kargı ta-
— 71 —
raftaki telefon Faber'in ismini bir süre haykırdıktan sonra Faber'üı titrek sesi duyuldu. Montag kendisini tanıttıktan sonra uzun süren bir sessizlik oldu. Sonra Faber;
— Evet, Bay Montag?, dedi.
— Profesör F\aber, oldukça garip bir sorum var. Bu ülkede İncilin kaç kopyasını bulmak mümkündür?
— Neden söz ettiğinizi anlayamadım!
— Bir kopyasını bulup bulamayacağımı öğrenmek istiyorum.
— Bu bir çeşit tuzaktır! Telefonda böyle şeyler konuşamam!
— Shakcspeare ve Plato'nun kitapları bulunabilir mi?
— Hayır! Benim kadar siz de biliyorsunuz. Hayır! Faber tdefonu kapadı.
Montag, telefonu elinden bıraktı. Bulunamaz. İtfaiye Merkezindeki kayıtlardan bir şeyler biliyordu. Her nasılca Faber'in ağzından duymak istemişti.
Mildred'in yüzü duyduğu heyecandan kızarmıştı.
— Hanımlar geliyor, Montag, ona bir kitap gösterdi.
— Bu eski ve yeni vasiyetname ve...
— Aman tekrar başlama!
— Dünyanın bu bölümündeki son kopya olabilir.
— Bu gece geri vermen gerekiyor, değil mi? Yüzbaşı Beatty bunun senden olduğunu biliyor, değil mi?
— Hangi kitabı çaldığımı bildiğini sanmıyorum. Fakat bunun yerine nasıl seçebilirim? Bay Jeffersin*u mu geri vereyim? Thoreau mu? Hangisi daha az değerde? Eğer bunun yerine başka bir şey alırsam, Beatty çaldığım kitabın hangisi olduğunu anlar ve burada koca bir kitaplık olduğunu tahmin eder!
— 72 —
Müdred'in dudakları titremeye başladı.
— Ne yaptığını bilmiyorsun. Bizi mahvedeceksin! Kim daha Önemli, ben mî yoksa İncil mi?
Mİldred , sanki kendi sıcaklığı ile erimek üzere olan balmumundan yapılma bir heykele benziyordu. Neredey-ee haykırmaya başlayacaktı.
Montag sanki Beatty'nin sesini duyuyordu.
— Otur, Montag. Seyret. Bir çiçeğin nazik yapraklan gibi. îlk sayfayı, sonra ikinci sayfayı yak. Her biri kara bir kelebek haline gelir. Kelebek, ha? Sonra üçüncü, dördüncü sayfalan yak ve yakmaya devam et. Bölüm bölüm bir dumanlar zinciri haline gelecektir. Zaman aşımına uğramış felsefenin duman olduğunu ,değersizj olduğunu anlayacaksın.
Beatty'nin, ayaklarının dibinde bir sürü siyah kelemin a uğramış felsefenin duman olduğunu, değirsiz oldu-
Mildred'in haykırması başladığı gibi kesildi. Montag zaten dinlemiyordu.
— Yapılacak tek şey var, dedi. Bu kitabı Beatty'ye vermeden önce bir kopyasını çıkartmalıyım.
Mildred:
— Beyaz Soytarı için burada olacaksın, hem hansm-Iar da geliyor, diye bağırdı .
Montag, sırtı karışma dönük olarak kapıda durdu.
— Millie?
Sessizlik. Sonra, kısa bir sora
— Ne var?
— Millie? Beyaz Soytan seni seviyor mu? Cevap yok.
— Millie..
Montag dudaklarını yaladı,
— ... «Ailen» seni seviyor mu? Çok seviyor mu? Bütün benlikleriyie, bütün kalpleriyle seni seviyorlar mı?
— 73 —
Montag, sırtı dönük olduğu halde Mildred'iu göz kırpıştırdığım hissedebiliyordu.
— Neden böyle saçma bir soru sormak lüzumunu duydun ?
Montag, ağlamak istiyordu, ama gözlerinde bir damla yaş yoktu. Sadece ağzı kuruyordu, Mildred:
— Eğer şu köpeği görürsen, benim için bir tekme yapıştır, dedi.
Kapının arkasında o^abilecsk birinin varlığım hissetmek istermiş gibi dikkatle dinledi. Sonra aç;p dışarı gıktı.
Yağmur dinmiş, güneş bulutların arkasından kurtulmak üzereydi. Cadde, kaldırım ve çim saha bomboştu* Hahat bir nefes aldı.
Kapıyı arkasından çekerek .kapadı,
**
Yeraltı trenindeydi.
Uyuştum, diye düşündü. Yüzümdeki uyuşukluk acaba ne zaman başlamıştı? İlâç şfçesini yatağımın altına doğru tekmelediğim zaman mı?
Uyuşukluk kaybolacak, diye düşündü. Zaman ister, fakat yapacağım, ya da Faber benim için yapacak. Bir yerde, birisi bu eski şeyi hana verecek nasıl olsa. Hattâ yüzümdeki yanık tebessüm bile kayboldu. Onsuz ne yaparım?
Yeraltı istasyonları beyaz karofayanskmyla süratle akıp geçiyordu. Gözleriyle izlemesi hemen hemen imkânsızdı. Işık, karanlık, ışık, karanlık.,,
Çocukken, güneşli, sıcak bir havada deniz; kenarına inmiş ve elindeki eleği kumla doldurmak istemişti. Çünkü, kuzenlerinden biri «Bu eleği kumla doldur bir yir-
— 74 —
mi beşlik kazanırsın», demişti. Kumu ne kadar çabuk ve çok koyarsa koysun, elekten tekrar süz-ülüp önünde öbek halinde toplanıyordu. Eüeri ağrımış, kumun sıcaklığından yanmıştı, ama elek hâlâ boştu İşte o zaman güneşin altında tek başına oturmuş ve gözlerinden süzülen yaşlar ip gibi yanaklarından akmıştı.
Tünelin soğuk ve rutubetli havası yüzüne vururken eleği düşünüyordu. Başını eğip baktığı zaman İncil'i elinde açık olarak tuttuğunu fark etti. Başka yolcularda vardı, ama Mcntag'ın umursadığı yoktu Ne kadar çabuk okursa elek o kadar çabuk mu dolacaktı? Hayır, nckadar okursa okusun kelimelerin anlamları onun için bir anlatım taşımıyordu Birkaç saat sonra bunu Beatty'ye verecekti, bunun için satırları ezberlemesi lâzımdı.
Kitabı sıkı sıkı tuttu
Kulakları uğulduyordu. Rayların tıkırtısı... «Kitaplar*
Montag, sus, diye düşündü Tarladaki zambakları düşün.
«Kikaplar»
Zorluk çekmiyorlar...
Tarladaki zambakları düşün, sus, sus!
«Kitaplar»
Kitabı yırtarcasma açtı ve kör gibi parmaklarını satırların üzerinde dolaştırdı. Gözünü bile kırpmadan yazıların şekillerini parmaklarının ucuyla emmek istermiş gibiydi,
«Kitaplar. Hecele: K-M>
Zorluk çekmiyorlar, hiç biri zorluk...
Boş bir ^elekten süzülen sıcak kumun fısıltısı.
«Kitaplar! »
Zambaklar, zambakları, zambakları düşün...
«Kitaplar!»
— 75 —
— Sus, sus, sus!
Montag .yalvararak ayağa fırladı. Tren sakinleri yüzü allak bullak olmuş bu adamın' yanından uzaklaşmaya başladı. Hepsinin yüzüne bir korku, dehşet ifadeli gelmişti, Gözleri çılgın ifadelerle parlıyordu. Kitap elinde açık duruyordu,
Montag ağzı kurumuş bir halde duruyordu.
Tren tıslayarak durdu. Otomatik kapı açıldı, Montag, son anda içinden haykırarak kendisini otomatik kapıdan dışarı attı. Ayaklarının, kollarının hareket ettiğini aklayabilmek için hareketli merdivene aldırmadan fayans merdivenleri kokarak tırmandı. Tren hareket ettiği zaman yılan tıslamasını andıran bir ses duyuldu. Sonra tren koyu karanlık deliğinin içinde kayboldu.
**
— Kim o?
— Montag.
— Ne istiyorsunuz?
— izin verin içeri gireyim.
— Bir şey yapmadım ki!
— Yalnızım!
¦— Yemin eder misiniz?
— Yemin ederim!
Sokak kapısı ağır ağır açıldı. Faber korkarak başını uzatıp baktı. Yüzü çok solgundu. İhtiyar adam sanki yıllardır evden hiç çıkmamış gibi ürkek görünüyordu. Yüzünün ve duvarların rengi aynı sayılabilirdi. Yüzü, dudakları da saçları kadar beyazdı. Sanki gözlerinin feri sönmüştü,
İhtiyarın bakışları birden Montag'ın kolunun altındaki kitaba takıldı. O zaman ne ihtiyarlığı ne de renginin
— 76 —
beyazlığı kaldı. Sanki birden cesaretlenmiş, hiç bir şeyden korkusu kalmamıştı.
— özür dilerim, bugünlerde insanın çok dikkatli davranması gerekiyor.
Montag'ın kolunun altındaki kitaba baktı,
— Demek ki doğru, dedi.
Montag içeri girince ihtiyar kapıyı kapadı.
Faber gözlerini kitaptan ayırmadan geriledi. Sanki gözlerini ayırdığı takdirde kitabın kaybolmasından korkuyordu.
Faber:
— Oturun, dedi.
Faber'in arkasındaki yatak odasının kapısı açıktı ve bir masanın üzerindeki madeni takımlar pırıl pırıl parlıyordu. Faber, Montag'ın bakışını yakalayanca hemen dönüp yatak odasın.1 n kapısını kapadı ve elini kapının tokmağından çekmeden titreyerek durdu. Bakışlarını, kitap kucağında olduğu halat oturan Montag'dan ayıramıyordu.
— Kitap... nereden...?
— Çaldım.
Faber, ilk defa olarak bakışlarını kaldırıp Montag'ın gözlerine baktı.
— Cesursunuz. Montag:
— Hayır, dedi. Karan Ölmek üzere. Arkada?tarımdan biri zaten öldü. Arkadaşım olabilecek kimse-in yakılması üzerinden henüz yirmi dört saat geçmedi. Bana yardımcı olabilecek bir siz kaldınız. Anlamak istiyorum. Anlamak istiyorum kî...
Faber'in eli Montag'ın dizine dcğ,ru uzandı.
— Alabilir miyim? Montag kitabı uzatırken:
__ 77 —
— özür dilerim, dedi.
— Çok uzun zaman oluyor. Dindar bir adam değilim. Fakat çok usun zaman oluyor*
Faber sayfaları karış kırmaya başladı, Şurada veya bumda okumak için duruyordu „
— Hatırladığım kadar güzel. Tanrım, bugünlerde bunîarm anlamını ne kadar değiştirdiler. İsa şimdi «aileden» biri. Acaba Tanrı tkendi oğlunu şimdi görse tanıya-bilir miydi?
Faber kitabı kokladı.
—. Biliyor musun ki bu kitabın kokusu bile yabancu Çocukken kitapların kokusunu severdim. Tanrım, bir zamanlar ne kadar çok kitap vardı.
Faber sayfaları yine çevirmeye başladı. f
— Bay Montag, şu anda bir korkağa bakıyorsunuz. Durumun böyle olacağını çok zaman önce fark etmiştim. Hiç sesimi çıkartmadım. Suçluları dinletmeyecek şekilde konuşmalar yapmalı çevremi kandırmaya çalışmalıydım. Fakat konuşmaktan kaçındım ve kendim de suçlu oldum. Nihayet itfaiyecileri kullanarak kitaplarla beraber binaları yakmaya bağladıkları zaman sadece homurdanıp geçmekle yetindim. Ama o zamanlar benim tarafımı tutan kimse yoktu. Şimdi ise geç oldu.
Faber İnciri kapadı.
— Peki... buraya neden geldiğinizi söyleyiniz?
— Artık kimse dinlemiyor. Duvarlarla konuşamam» çünkü yüzüme karşı haykırıyor!ar. Karımla konuşamam, çünkü karım sadece duvarları dinliyor. Sadece söyleyeceklerimi dinleyebilecek birisini istiyorum. Ve belki yeteri kadar konuşabilecek olursam, bir anlam tanıyabilecek. Ve okuduğumu anlayabilmem için bana Öğretmenizi istiyorum.
— 78 —
Paber, Montag'ın maviye çalar morarcrnş yüzünü inceledi.
— Böyle nasıl sarsıldınız? Elinizden meşaleyi alan kim?
— Bilmiyorum, Mutlu olmak için ihtiyacımız olan her şeye sahibiz, fakat mutlu değiliz. Kayıp olan bir şeyler var. Çevreme bakındım. Gördüğüm tek şey, yıllardan beri yaktığım kitaplardan kalan artıklar. Bu bakımdan kitapların yardımcı olabileceklerini düğündüm.
Paber:
— Umutsuz bir romantiksiniz, dedi. Ciddî olmasa çok komik olabilirdi, ihtiyacınız olan kitaplar değil, vaktiyle kitapların içinde olanlar. Aynı şey bugün, «Aile Salonlunda olabilir. Kesin deliller radyo ve televizyonla yayınlanabilir. Fakat bunu yapmıyorlar. Hayır, hayırt araçlığınız sadece kitaplar değil. Nereden bulursanız hemen toplayın. Eski fi']imleri, plâkları bulup dinleyin. Bütün aradıklarınızı tabiatta bulmaya çalışın ve sadece kendinin arayın. Unuttuğumuz birçok şey kitaplarda yazmaktadır. Ama sadece unutulanlar yazılmaz, bize öğretici şeyler do vardır. Kitaplarda büyü diye bir şey yoktur. Mucize de aramamak gerekir. Tabiî, bütün bu söylediklerimi hemen anlayamazsınız. Kayıp olan üç şey var. Bir: Böyle kitapların neden bu kadar önemli olduğunu biliyor musunuz? Çünkü hepsi kalitelidir. Peki, kalite deyiminden ne anlarsınız? Bana göre anlamı doku yapısıdır. Bu kitabın gözenekleri var. Yapısı var. Bu kitap mikroskop altında bile incelenebilir. Merceğin altında hayat görürsünüz. Her santim karesinde hayatm gerçekleri yazılıdır. îşte benim tarifim bu olacaktır. iyi yazarlar genellikle hayatm gerçeklerine dokunurlardı. Bu bakımdan kitaplardan neden bu kadar nefret edildiğini, korkulduğunu anlıyor musunuz? Hayatın gerçek yönlerini veriyorlar. Gönlü rahat
— 79 —
olan insanlar sadece kukla gibi insanlardan hoşlanırlar, Entelektüel ve zeki kimselere tahammül edemezler. Çiçekler kırlarda yetişip güzel koku saçacakları yerde, birbirlerinden geçinmeye çalışıyorlar, Jtşle biz böyle bir devirde yaşıyoruz. Hattâ havaî fişeklerini bile kimyevî maddelerden yapmaya bağladılar. Evvelce havaî fişeklerde barut kullanılırdı. Herkiil devirlerini okudun mu hiç? Artık böyle şeyler üzerinde konuşulmuyor bile. İhtiyacımız olan şeyler , kalite, doku; yani bilgi dokusudur,
— Peki, ikincisi? ,
— Bog vakit,
— Ama, boş vaktimiz çok oluyor.
— Boş saatlerimiz, evet. Fakat düşünmek için boş vaktimiz var mı? Eğer saatte yÜ2 mil hıala gidiyorsan tehlikeden başka bir şey, düşünebilir misin ? Ya da bir odada oturup oyun oynuyorsun..Dört duvarın konuşması Birasında düşünecek vakit bulabiliyor musun? Neden-Televizör «gerçek» tir. Buutları vardır. Haki ıolabilir. Haleli olabilir .Haklı da görünür. Üzerine öylesine çabuk çöker ki sana düşünecek fırsat vermez.
— Sadece «Aile» halk olarak kabul edilir.
— Pardon?
— Karım kitapların gerçek olmadığını söylüyor.
— Allah a şükür ki böyledir. Onları istediğin zaman kapayabilirsin. Ama büyük salondaki televizyonlara kim engel olabilir. Dinlemek zorundasın.
Cebinden iki küçük lastik parçası çıkardı.
— Bunlar kulaklıklarım. Gürültüyü duymamak İQİn.
— Buradan nereye gidiyoruz? Kitaplar bize yardımcı olacaklar mı?
— Ancak ihtiyacımız olan üçüncü şeye sahip olursak. Birincisi, daha Önce söylediğim gibi bilgi kalitesidir, ikin?
— so —
cisi, bos zaman. Ve üçüncüsü, ilk iki ihtiyacın temel olarak alınmasıyla öğreneceğimiz şeyler. Ama bir ihtiyarla bir itfaiyecinin böyle bir gey için çok geç kalmış, olduklarım düşünürüm.
— Kitap temin edebilirim. —¦ Tehlikeli davranıyorsun.
— Ölmenin iyi yollarından biri de tehlike değil midir? Kaybedecek şeyin oîmad:ğı zaman istediğin kadar tehlikeye girebilirsin.
Faber bir kahkaha attı.
— Bak, çok ilginç bir şey söyledin. Hatta bunu okumadan söyledin!
— Kitaplarda da böyle mi yasar? Fakat böyle bir gey okumadım, sadece aklıma geldi.
— Daha iyi ya!
Montag ileriye doğru uzandı.
— Öğleden sonra, mademki kitaplar bu kadar değerli, bir matbaa kurup bunları çoğaltaak diye düşündüm...
— Biz mi?
¦— Sen ve ben. Faber yerinden fırladı. —¦ Oh, hayır!
— Fakat plânımı söyleyeyim...
— Eğer söylemekte İsrar edeceksen, gitmeni rica edeceğim...
—- Fakat ilgilenmiyor musun?
— Yanıp kül olmama sebep olabilecek şeylerse, hayır. Seni ancak itfaiye denen örgüt yakılıp yerle bir edildiği zaman dinleyebilirim. Fakat böyle kitapları çoğaltıp bua^.an itfaiyecilerin evlerinde saklayarak onların yıkılmama sebep olmak istiyorsan sana ancak bravo diyebilirim!
— Kitapları onların evlerine sakla, sonra aüarm ver ve itfaiyecinin evinin yakılmasına sebep ol, bunu mu demek istiyorsun?
— 81 —
Faber, bir kaşım kaldırıp, sanki Montag'ı ilk defa olarak görüyormuş gibi baktı.
— Şaka ediyordum.
— Eğer denenmesinde bir yarar görüyorsan sözünü ciddiye alabilirim.
— Böyle şeyleri garanti edemezsin. Nihayet, ihtiyacımız olan kitapları temin ettikten sonra “bile düşecek bir uçurum aramamız gerekir. Ama nefes alacak zaman imiz olmalı. Bilgi edinmeliyiz. Belki binlerce yıl sonra düşüncelersiniz gerçek olabilir. Kitaplar bize ne kadar aptal ve beceriksiz olduğumuzu hatırlatır. Ne samanımız ne paramız ne cc yeteri kadar dostumuz var. Kendi koleksiyonunu kendin yap, eğer boğulursan, cahüe kadar yüzeceğini bümeîiain.
Faber yerinden kalktı ve dolaşmaya bağladı.
Montag:
— Ne diyorsun?, diye sordu.
— Kesin olarak ciddî misin?
— Evet
Faber yatak odasının kapısına sinirli bîr tavırla bak-
— Eğer evet diyecek olursam çok gizli bir plân olmalı. İtfaiye Merkezlerinin yanığını görmek büyük bir zevk olurdu.
— Hemen hemen bütün itfaiyecilerin ev adresleri var. Bir çeşit yeraltı Örgütüyle..
— işin en pis tarafı insanlara güvenemezsin. Sen ve benden başka kim yardım edecek
— Sizin gibi profesörler, yazarlar, tarihçiler yok mu?
— Ya ölü ya da çok yaşlı.
— Yaşlı olmaları daha iyi. Kimse farkına varmaz. . Bir düzine kadar tanıdığınızı itiraf etmelisiniz.
— Tanıdkiarun yok değil. Onları kullanabiliriz. En
— 82 —
artından kırk yıldan beri tek kelime yazmamış olan tarih-çileri kullanabiliriz. Doğru, yazı ve düşünce sınıfında bitf Örgüt kurabilirim
— Evet!
— İskeletin tekrar eritilip şekillendirilmesi gerekir. Yarını asır önce terkedilmiş bir kitabı alıp tekrar yayınlamak işe yaramaz. Unutma, itfaiyeciye pek ihtiyaç yoktur. Çünkü, toplum okumak-.m yavaş yavaş vazgeçmiştir. Sizler sirklerde gösteri yapan insanlara benzersiniz. Yangından herkes korktuğu için kimse okumaya yanaşmıyor. Toplumun içinden çok az taraftar bulabileceğimizi Banıyorum. Beyaz Soytarı'dan daha hızlı dans edebilir misin, Bay Gimmick'ten daha yüksek sesle haykırabilir misin? Eğer bunların mümkün olabileceğini düşünüyor-ean, başarıya ulaşırsın, Montag. Her ne olursa olsun aptalın birisin. İnsanlar yangıma eğleniyorlar.
— İntihar ediyorlar! Cinayete kurban gidiyorlar!
Konuştukları sürece daima Doğu'ya doğru uçan bombardıman uçaklarının sesleri geliyordu. Sanki büyük jetler kendi içlerinde titreşiyormuş gibi iki erkek sustular v& goçen uçakların seslerini dinlediler.
— Sabır, Montag. Bırak savaş her şeyi kökünden halletsin. Merkezden daima uşakta durmaya çalış.
— Patlama olduğu zaman hazır bulunanlar olmalı.
— Onîar sadece birbirlerine taş atmaR içm toplanacaklardır, Montag. Evine git, yalağına gir. Neden son zamanlarını kafesin içine sıkılmış bir sincap gibi geçirmeye çalışıyorsun?
— Demek artık aldırdıkları yok, ha?
— Ben öylesine endişeleniyorum ki, adeta hasta oldum.
¦—¦ Ve bana yardım edemezsin, öyle mi?
— İyi geceler ,iyi gecelen
— 83 —
Montag, İncin aldı. Sanki kendi emri olmadan eli ha* reket etmiş gibi çaşarak eline baktı.
— Bunu ister miydin? Faber.
— Buna sahip olmak için sağ kolumu verebilirdim, dedi.
Montag durduğu yerde olacakları bekler görünüyordu. Elleri birden İncil'in sayfalarını yırtmaya başladı. Birinci sayfa, ikinci sayfa.,.
Faber, sanki büyük bir darbe yemiş gibi yerinden fırladı
— Sersem, ne yapıyorsun!
Montag'm üzerine çullandı. Montag» onu üzerinden itti ve yırtmaya devam etti. Aîtı sayfa daha yere düştü, Bunları yerden aldı ve Faber'in burnunun altında salladı,
Faber:
—- Yapma, ah, yapma! diye söyledi.
— Bana kim engel olabilir? Ben itfaiyeciyim. Seni yakabilirim î
İhtiyar adam şaşkın şaşkın baktı.
— Bunu yapamazdın.
— Yapardım!
— Kitap. Artık yırtma.
Faoer, yorgun bir tavırla sandalyeye çöktü' Dudakları titriyordu.
— Artık beni yorma. Ne istiyorsun?
— Beni eğirmen için sana ihtiyacım var. •.— Peki, peki
Montag kitabı bıraktı. YırtiK ve buruşuk sayfalan toplayarak düzeltmeye başladı. İhtiyar adam Montag'uı bütün hareketlerini yakından izliyordu.
84 —
Fabet, sanki derin bir uykudan uyamyormuş gibi bağını salladı.
— Montag, paran var mı?
— Eiraz. Dört, beş yüz dolar kadar. Neden sordun?
— Hemen getir. Yarım asır ünce bizim kolsj kitaplarını basan birini tanıyorum, devlet kitapları yasakladıktan sonra adam isten çekilmek zorunda kaldı, işte Mon-tag, bu işsiz adam var. Birkaç kitap bastıktan sonra savağın patlamasını bekleriz. O zaman elimize bol bol fırsat geçecektir. Birkaç bombadan sonra «Ailc»nin sesi kesilecektir. Sessizlik içinde fısıltımızı sürdürebiliriz.
İkisi de masanın üzerinde duran kitaba baktılar.
Montag:
—- Hatırlamaya çalıştım, dedi. Fakat başımı döndürdüğüm zaman hepsini unuttum. Yüzbaşıya süyleyecek geyierim olsun istiyorum. Yeteri kadar okuımvj olduğu için her sorunun cevabını verebiliyor veya öyle görünüyor. Ses tonu yağ gibi akıcı. Bir hafta önce evi petrole bulamanın ne kadar zevkli olduğunu düşünüyordum.
îhtiyar adam başını salladı.
— Yapmayan insanların yıkması gerekir .Bu eski bir hikâyediı,
— Demek ki, ben y;kan bir insandım.
— Hepimizin içinde biraz yıkıcılık vardır. Montag sokak kapısına doğru yürüdü.
— Bugün Yüzbaşı ile konuşmam da bana bir yardımınız dokunabilir mi? Islanmamak için bir şemsiyeye ihtiyacım var. Beni yine karşısına alacak olurca boğulacağımı sanıyorum.
Faber sesini çıkartmamakla beraber sinirli tavırla yatak odasının kapısına bakıp duruyordu. Montag, adamın ¦ha.irıgım yakaladı*
— Evet?
— 85 —
İhtiyar adam derin bir nefes aldı. Nefesini bir süre tuttu, sonra ağır ağır bıraktı. Tekrar derin bir nefes alıp gözlerini yumdu.
— Mûiitag...
İhtiyar adam nihayet döndü ve:
— Benimle gel, dedi. Senin hemen gitmeni istiyordum. İşte ben bu kadar korkak bir insanım.
Faber, yatak odasının kapısını açtı ve kenara çekildi. Moniag, yatak odasına girdi. Odanın ortasında, üzerinde bir sürü alet, bir çok bobin ve kristaller bulunan bir masa vardı.
Montag scrdu:
— Bunlar nedir?
— Korkaklığımın delilleri. Tahayyülümle duvarların üzerine hayaller yansıt ar aK uzun yıllar Korku içinde yaşadım. Elektronikle uğranmak benim için en büyük zevkti. gunu icat ettim.
22'lik bir mermiden büyüit olmayan yeşil bir metal parkayı a'îdv
— İşte bütün paramı buna harcadım. Bunu yapmaya çalıştım ve yaptım da. Titreyerek bekliyorum. Kimseye bundan söz etmeye cesaret edemedim. Bir yıl önce parkta karşılaştığımız zaman bir gün görüleşeceğımizi biliyordum. Bana gelişin ya evimi yakmak için ya da arkadaşça olacaktı. Tahmini çok zordu. Bu küçük şey aylardan beri hazır bekliyor. Öylesine korkak bir adamım ki bunu sana söyleyemeden seni gönderecektim.
— Küçük bir radyoya benziyor.
— Radyodan daha ilginç. Dinliyor. Eğer kulağıma koyacak olursam, Montag, hiç bir tehlikeye katlanmadan ayaklarımı uzatıp evimde oturabilir ve itfaiyeciler dünyasından haberler alabilir, plânlar kurabilirim. Onların zayıf noktalarmı tespit edebilirim. Kovanında yatan krali-
— 86 —
çe arı kadar emniyette olurum. Sen benim ayaklı kulağın olursun. Şehrin her tarafına kulaklarımı uzatabilirim. Bunu taşıyana bir şey olsa bile beri yine emniyette olurum. Hiç bir şeyden korkum • olamaz.
Montaj kurşun şeklindeki yeşil metali kulağına soktu. ihtiyar adam da buna benzer bir metali kulağına soktu ve dudaklarını kımıldattı.
— Montagî
Ses Montag'm kafasının içindeydi* ; — Seni duyuyorum!
İhtiyar adam kahkahayla güldü. Fısıltı halinde :
— Senin sesin de iyi geliyor, deri.
Faber fısıltı halinde konuşmakla beraber Montag'm kafasındaki ses çok netti.
— Zamanı gelince itfaiye Merkezine git. Senin yanında olacağım. Şu Yüzbaşı Eeatty'yi beraberce dinleyelim. Bizden biri olabilir. Kim bilir! Söyleyeceklerini ben sana bildiririm. Ona güzel bir gösteri yapacağız. Benim bu elektronik korkaklığım için benden nefret ediyor musun? Burada oturduğum yerde seni gecenin koynuna gönderiyorum ve bütün hareketlerini izleyebiliyorum.
Montag:
— Hepimiz yapacağımızı yaparız, dedi. incil'i ihtiyar adamın eline tutuşturdu.
— işte. Bunun yerine başka bir kitap vermeyi deneyeceğim. Yarın...
— işsiz olan matbaacıyı göreceğim, bu kadarını becerebilirim.
— iyi geceler, profesör.
— iyi geceler değil. Gecenin geri krüan kısmında hep seninle beraber Olacağım. Bana intiyıacın olduğu zaman kulağraı kaşıman yeter. Mamafih, iyi gece\er ve ganslaı.
87 —
Kapı açılıp kapandı. Montag, yine karanlık geceye çîkıruş düyaya bakıyordu.
*
**
O gece savağın göklerde dolaştığı hissedücbiliyordu. Bulutların hareketleri, yıldızların parıltıları hep bunu bildirip duruyordu. Sanki gök birden yeryüzüne kapanacak gibiydi. Ay sanki şimdiden kızıl ışıklar saçmaya başlamış U.
Montag, her gece a ab aha kadar açık olan bankadao parasını çekmişti. Rulağındaki radyoyu dinleyerek yürüyordu.
«Bir milyon adamı seferber ettik. Eğer savaş olursa
fcafer bizimdir...:* - f
¦ ¦ i
Faber'in sesi kulağına fısıldıyordu. «On milyon adam seferber edildi. Fakat bir milyon de. Daha yerinde olur.»
— Faber?
— Evet?
— Düşünmüyorum. Her zaman oldufja gibi bana eöylensni yapıyorum. Parayı al dedin bankadan aldım* Aslında bunu kendim düşünmüş değilim. Kendi başıma ne zaman hareket edebileceğim?
— Halen başlamış durumdasın. gimdi söylediğini söylemekle bunu yapmış sayılırsın. Bana güvenebilirsin.
— Diğerlerine de güvenmiştim.
•— Evet, ama bak, halimiz ne oldu! Bir süre körler gibi davranman gerek. İşte sana dayanak oiacak kolumu Uzatıyorum
— Taraf değiştirmek ve emir altında olmak istemiyorum, Eğer böyle olacaksam değişmemin bir değeri kal-mıyoı.
—¦ Şimdiden akhiı hasına geldi!
~~ 8S —
Montag, ayaklarının kendisini evine doğru sürüklediğini fark etti
— Konuşmaya devam et.
— Okumamı ister misin ? Sana okuyayım ki unutmayasın. Gecede sadece beş saat uyurum. Yaparak hiç. bir işim yok. Eğer istersen .geceleri sana okuyabilirim. insanın uykusunda bile öğrenebüeceği söylenir
— Evet
— işte
Çok uzaklardan çevrilen bir sayfanın hafif sesi duyuldu.
— îş kitabi
Montag, sessiz gecede adımlarını sayarak yürümesi-ne devam etti
* ** *
Montag, saat dokuzda hafif bir akşam yemeği yer-ken sokak kapısı birisinin geldiğini haber verince Mildred yerinden fzrlayıp kalktı. Bayan Phelps ve Bayan Bowles sokak kapısından girdiler ve ellerinde kokteyl kadehleriy-le büyük salonun kapısında kayboldular. Montag yemeğini yarım bıraktı.
Montag, ağzında çiğnenmemiş yemekle salonun kapısında durdu.
— Herkes iyi görünüyor!
— iyiyiz.
— İyi görünüyorsun, Millie!
— iyiyim.
— Herkes fevkalâde görünüyor.
— Fevkalâde!
Montag, onları seyrederek kapıda durdu. Faber.
— Sabır, diye fısıldadı.
— 89 —
Montag da fısıltıyla cevap verdi,
— Burada olmamalıydım. Parayı size getirmeliydim!
— Yarın da olur. Dikkat et! . Mildred haykırdı*
— Bu temsil çok güzel değil mi?
— Çok güzeli
Montag, birden ana şalteri kapadı. Duvarlardaki görüntüler birden kayboldu. Üq kadın saklamadıkları noşnutsuzluk ve şaşkınlıkla Montag'a bantılar. Montag:
— fcavaş ne zaman başlayacak dersiniz?, diye sordu. Kocanızın bu akşam gelmediğini görüyorum.
Bayun Phelps:
— Oh, ge]ip gidiyorlar, dedi. Ordu dün Pete'i çağırdı. Gelecek hafta dönecek. Ordu böyle söyledi. Çabuk savaş. Söylediklerine göre kırk sekiz saat sonra herkes evine dönebilecek. Ordunun söylediği bu. Çabuk savaş. Pete dün çağrıldı ve gelecek hafta döneceğini söylediler. Çabuk...
Üç kadın huzursuz bir tavırla kıpırdandılar ve çamur rengindeki duvarlara baktılar. Bayan Phelp3:
— Endişe etmiyorum, dedi. Bütün endişelerimi Pe-te'in omuzlarına yüklüyorum.
Kıkırdadı .
— Bütün yükü Pete çeksin. Benden paso. Hiç endişelenmiyorum.
Millî e:
— Evet, dedi Bırak, üzüntüyü Pete çeksin.
¦— Söylediklerine göre daima başkasının kocası olurmuş.
— Bunu ben de duydum. Savaşta ölü bir insanın tek-
— 90 —
rar öldüğünü hiç duymadım. Binadan atlarken ölmek evet, aına ,geçen hafta Glona'nın kocası gibi, sav&şta ölen yok. Öyle söylüyorlar. Bayan Phelpa:
— Savaşta Ölen yok, dedi. Her neyse, Pete'le her zaman söylediğimiz gibi göz yaşı, falan yok. ikimizin do üçüncü evliliği ve bağımsızız. Daima bağımsız olunması gerektiğini söyleriz. Ben ölürsem sert yaşamana devam et ve ağlama diyor. Hemen evlen ve beni dü^Vmme diyor,
Mildred:
— Sahi hatırıma geldi, dedi. Dün gece duvarda Cla-ra Dove'un beş dakika süren aşk sahnesini gördün mü? Eh, bu kadının bütün.,.
Montag sesini çıkartmadan üç kadım seyrediyordu. Çocukken gittiği kilisede seyrettiği azizlerin yüzlerine nasıl baktıysa, kadınlara da öyle bakıyordu. Kilisedeki azizlerin madenî yüzleri hiç bir anlam taşımıyordu. Onun için sadece heykeldi, İşte üç kadının da üzerinde bıraktığı etki aynıydı,
Montag'ın sessizliği karşısında kadınlar rahatsız olmuş gibi yüzlerini ekşittiler. Parmaklarım boyalı saçlarında gezdiler. Montag, ağzındaki lokamayı gürültüyle yutunca ona doğru döndüler.
Montag dudaklarını kımıldattı.
— Konuşalım.
Kadınlar hayretle Montagfa baktılar. Montag:
— Çocuklarınız nasıl, Bayan Phelps?, diye sordu. bilmeden cevap verdi.
Bayan Pfrelps, bu adama neden kızdığını kesinlikle
— Çocuğum olmadığını biliyorsunuz. Tanrı bilir ki» aklı yerinde olan kimse çocuk sahibi olmak istemez.
Bayan Bovvles:
— 91 ™
— Ben olsam böyle konuşmazdım, dedi. Sezeryanla iki gocuk sahibi oldum. Bir çocuk sahibi olmak içia tekrar bu acıyı çekemem. Biliyordun ki, dünyanın nüfusu artmalı ve uygarlık sürdürülmelidir.' Ayrıca, bazen çocuklar tıpkı sana benzerler ki bu da çok zevklidir. Dok corum iki sezeryanın lüzumsuz olduğunu söyledi. Kalçaların doğum yapacak kadar genişti, ama ben İsrar ettim.
L>ayaa Pheips:
— Sezeyaıı olsun veya olmasın çocuk yıkıcıdır. Siz aklınızı kaçırmışsınız, deoi.
— Çocukları yatılı okula verdim. On günde bir eve geliyorlar .Yani ayda üç gün eve geliyorlar ve hiç bir sararları dokunmuyor. Büyük salona tıkıyorum. Çamaşırları makineye koyup kapağını kapamak gibi bir şey.
Kadınlar dillerini çıkartarak birbirleriyle alay ettiler.
Mildrcd, Montag'ın hâlâ kapıda durduğunu görünce ellerini çırptı.
— Guy'ı memnun etmek için politikadan söz edelim!
Dayan Bowies :
— Fena fikir değil, dedi. Geçen seçimde oy kullanmıştım, Oyumu Cumhurbaşkanı Noble'a verdim. Şimdiye kadar gelip geçmiş en yakışıklı Cumhurbaşkanı olduğunu Banıyorum.
— Oh, fakat ona, karşı çıkarttıkları adam!
— Fazla bir şeyi var mıydı? Ufak tefek, iyi tıraş olmayan bir erkek. Hatta saçlarım bile doğru dürüst ta-
ramıyoı
— Eh, uzun boylu, yakışıklı bir adama karşı, kısa boylu ve çirkin bir adam koymak akü alır şey değil, ama ne dersin! Bazı söylentiler vardı, ben bir şey anlayamadım.
— 92 —
— Aynı zamanda şişman da. Elbiseleri bile şişmanlığını sakiayamıyordu. Kütlenin Winston Noble'a doğru baymasına hayret etmemek gerekir. Hatta isimleri bile onlara yardımcı oldu. Wiııston JNoble ile Hubert Hoag'u beş dakııta karşılaştır, sonucun ne olacağım göreceksin,
Montag.
— Hoag ve Nob-e hakkında ne biliyorsunuz?, diye haykırdı
— Neden, altı ay önce ikisi de duvarlarda değil miy* di? Birisi hep burnunu karıştırıp duruyordu. Adamın hareketine deli oldum. ü
Bayan Pheipsi
— Eh, Bay Montaj dedi. Böyle bir adama oy vermemizi islemezsiniz her haîde?
Mildred'in gözleri parladı.
¦— Şu kapıdan çekip git de bizi sinirlendirme, Guy, dedi.
Fakat Montag'm kapıdan çekilmesiyle elinde kitapla dönmesi bir oldu.
Bayan Phelpa gözlerini kırpıştırarak:
— Guy! Elindeki nedir, bir kitap değil mi?, dedL Bugünlerde bütün özel eğitimlerin filimle yapıldığını sanıyordum, İtfaiyecilerin teorisini mi okuyorsun.
Montag.
— Teori bir şiirdir, dedi. Bir fısıltı.
— Montag.
Montag müthiş öfekelencüğini hissediyordu.
— Beni rahat bırak!, fısıldadı.
— Montag, âur, sakın.,. Montag kadınlara r
— Canavanarm canavarlar hakkındaki konuşmalarını duydunuz mu?, diye sordu. Çocuklarından, kocalann-
— 93 —
¦dan nasıl söz ettiklerini okudunuz mu? Savaştan nasıl söz ettiklerini biliyor musunuz? Burada duruyor ve inanmıyorum!
Bayan Fhelps:
— Savaş hakkında tek kelime söylemediğimi hatırlatırım, dedı.
Bayan bowles:
— Şiire gelince, şiirden nefret ederim, dedi. -— Hiç dinlediniz mi?
Faber'in fısıltısı yine duyuldu.
¦— Monıag, heı gevi mahvedeceksin. Fazla ileri git-ine, sersem!
Kadınların üçü de ayağa kalkmıştı.
— Oturun!
Kadınlar tekrar oturdular*. Bayan Bowles:
— Eve gidiyorum, diye mırıldandı. Faber yalvardı.
— Monca-g, Montag, lütfen, ne yapmak istiyorsun? Bayan Pheîps.
— Şu küçük kitabınızdan neden bir şür okumuyorsunuz?, dedi. fcgüıç olacağını sanıyorum.
Bayan Bewles ağlamaklı sesle:
— Doğru değil, dedî. Bunu yapamayız!
— Bay Montag'a bak, okumak istiyor. Eğer uslu uslu dinlersek Bay Montajı mutlu kılacağız. Belki sonra gider başka bir şey yaparız.
Çevreleı*im saran boş duvarlara endişeli gözlerle baktı.
Montag'm kulağmdaki küçük mikrofon cızırdadı.
— Montag, buna devem edersen, ben yokum, devre-
— 94 —
den çıkıyorum. Sana ne faydası olacak »neyi ispatlamaya Çalışıyorsun?
Montag cevap verdi.
— Onları korkutmak istiyorum. Mildred boşluğa baktı.
— Guy, kiminle konuşuyorsun ? Montag'ın beynindeki sesi tekrarladı.
— Montag, dinle bundan tek kurtuluş yolu var. işi sakaya dökmelısin, Sanki şakadan öfkelenmişsin gibi davranmalısın. Sonra duvardaki fırına git ve kitabı içine atıp yak!
Mildred, kötü bir durumu önlemek için Montag'dan Önce davrandı,
— Bayanlar, her yıl bütün itfaiyecilerin evlerine bir kitap getirmesine izin verilirdi. Aileye bunun ne kadar değersiz olduğunu göstermek amacıyla. Kitapların insanı nasıl huzursuz yaptığını bildirmek için en iyi çare buydu. Guy, size durumun ne kadar karışık olduğunu göstermek için böyle davrandı Öyle değil mi, sevgilini?
Montag, kitabı avuçların m arasında sıktı.
Kulağmdaki ses:
— Evet de, dedi, Montag aynen tekrarladı.
— Evet
Milared bir kahkaha atarak kitabı Montag'ın elinden aldı.
— işte! Bunu oku. Hayır, onu değil. Bugün okudun, en saçması buydu sanıyorum. Bayanlar, bir kelimesini bile anlamayacaKsıruz. Haydi, Guy, o sayfa »sevgilim.
Montag, açık sayfaya baktı. Kulağında hafif bir kıpırdanma oldu.
— Oku. Mildred:
— 95 —
— Başlık nedir, güzelim? dedi. Montag, dudaklarının uyuştuğunu hissetti.
— Kumru Sahili.
— Şimdi yüksek ve okunaklı bir şekilde ve ağır ağir
Bütün oda Montag'ın ateşiyle cayır cayır yanıyor gibiydi. Montag, sırtından soğuk ter boşandığını hissetti. Kendisim yapayalnız bir çölün ortasında hissediyordu. Kadınlar çevresinde oturmuşlar onu bekliyorlardı. Bayan Phelps etekliğini çekiştirmekten vazgeçmiş, Bayan Bow-tes saçlarıyla oynamasını bırakmıştı.
Montag, mümkün olduğu kadar titremeyen bir sesle okumaya gayret ederek başladı. Sesi sanki uçsuz bucaksız bir çöle yayılıyormuş gibiydi. Sanki çevresinde oturan kadınlar sıcak bir boşluğun içinde kıvranıp duruyorlardı
«Kumru Sahili...
inanç Denizi,
Bir zamanlar tüm sahili sarardı
Altından bir kemer gibi
Oysa şimdi gece rüzgârında
Duyuyorum
Bir nefes gibi çekildiğini
Acıyla İç çektiğini.».
Üç kadının altındaki sandalyeler gıcırdadı.
Montag şiiri okuyup bitirdi.
«Ah, aşk, aldatmayalım
Birbirimizi
Rüya âlemi gibi. önümüze serilen
Dünya için
Ki o dünya öyle değişik, öyle güzel, öyle yeni
Oysa ne zevk, ne aşk, ne de ışık var.
Ne kesinlik» ne sükûn, ne de acımızı dindirecek
Çare var.
— 96 —
Ve biz bu karanlık dünyada
Büyük bir uğraşa girmişiz
İnsanlık inancını yitirmiş - f
Karanlıkta, kumlarda
Ordularıyla
Birbirlerini yitiriyorlar-.. ?
.Bayan Phelps ağlıyordu.
Çölün ortasında oturan diğer iki kadın, ağlayan kadına irileşen gözlerle bakıyorlardı. Onun bu içliliği kargısında gaskma dönmüş gibi görünüyorlardı. Bayan Phelps, kendisine hakim olamadan hıçkınyordu. Montag da taşlaşmış gibi, şaşkın duruyordu.
Mildred:
— Şişşt!, dedi. Yeter artjk, Clara, yeter diyorum, kendine gel. Neyin var?
Bayan Pheîps hıçkırarak:
— Ben.., ben..-, diye kekeledi. Bilmiyorum. Bilmiyorum, oh... oh, bilmiyorum...
Bayan Bowies yerinden kalktı ve Montag'a baktı.
— Gördünüz mü? Bihyordum, ispatlamak istediğim de buydu! Böyle olacağım biliyordum! Her zaman söylerim, şiir göz yaşı demektir, intihar demektir, kötü hisler, hastalık demektir, saçmalık demektir! Şimdi bunun bana ispatlanmasını sağlamış oldum, İğrençsiniz, Bay Montag, iğrençsiniz!
Faber:
— gimdi..., diye fısıldadı.
Montag, topuklarının üstünde döndü ve duvardaki fırına gidip kitabı alevlerin arasına attı. Bayan Bowles:
— Saçma ve kırıcı kelimeler, dedi. Neden insanları incitmek istiyorsunuz? Dünyadaki yaşantılarıyla yeteri
— 9T —
kadar incinmişlerken neden böyle şeylerle daha fazla incitmeye çalkıyorsunuz ?
Müdred, Bayan Phelps'n kolunu çekiştirdi.
— Clara, Clara, yalvarırım. Haydi-, biraz neşelenelim. Televizyonu açabiliriz. Haydi, gülelim ve mutlu olmaya çalışalım. Kes artık ağlamayı ne olursun.! Parti vereceğiz !
Bayan Bowles:
— Hayır, dedi. Hemen eve dönüyorum. Evimi ve «Ailemi» ziyaret etmek istersen sözüm yok. Fakat bir daha bu çılgın İtfaiyecinin evine adım atmam!
Montag, gözlerini kadına dikti ve tane tane: — Evine dön, dedi. Evine dön ve ilk kocanın neden boşandığını, ikincisinin neden öldürüldüğünü, üçüncüsünün neden intihar ettiğini, çocuklarının senden neden nefret ettiğini düşün. Sezeryan ameliyatını düşün ve düşünmekten bir saniye olsun vazgeçme.
Sonra haykırdı,
— Defol git, evimden! Seni tekmeyle buradan atmadan defol git!
Kapılar açılıp kapandı ve ev büyük bir sessizliğe büründü. Montag, büyük salonun ortasında tek basma durdu.
Banyodan suyun sesi geliyordu. Mildred'in uyku tabletlerini avucuna silkeleyişini duydu,
— Saçma, Montag, saçma, saçma, oh tanrını, ne sersemlik,..
— Kes sesini!
Kulağmdaki mikrofonu çıkartıp cebine koydu, Mikrofondan cızırtı halinde bir ses yükseldi.
— Saçma... saçma,,.
Evi aradı ve Mildred'in buzdolabının arkasında saklamış olduğu kitapları buldu. Bazıları kayıptı. Mildred'in teker teker dinamitlerden kurtulmakta olduğunu anladı.
V
— 98 —
Fakat artık öfkesi geçmişti. Sadece yorgunluk, bitkinlik hissediyordu. Kitapları arka avluya taşıdı ve bahçe parmaklığının çanlarla birleştiği yere, çalıların anasına gizledi. Eğer Mildred, yine kitap yakmak isterse bulamayacaktı.
Tekrar eve döndüğü zaman Miîdred'i aradı.
— Mildred!
Karanlık yatak odasından ses gelmiyordu.
Şehire inerken Clarisse'in evinin ne kadar karanlık olduğunu görmemeye çalıştı. Kendisini son derece yalnız ve terkedilmiş hissediyordu. Faber'in sesini yine duymak arzusu içini kemirip duruyordu.
Kendisinin böylesine aptal olduğunu söyleseler inanmazdı, ama büyük aptallık yapmıştı. Günler, geceler hep sı haline gelmiş sayılırdı. Gece gündüz usanmadan Fabe r' fısıltı devam ediyordu. Faber artık Montag'ın bir parçası haline gelmiş sayılırdı. Gece gündüz usanmadan Faber Tin fısıltılarım dinliyordu.
Montagt bir gün. başını çevirip bakarsa ve bir aptal görürse, onun aptal olduğunu hemen anlayabilirdi. Bütün benliğinin büyük bilince doğru kaydığını hissediyordu.
İhtiyarın sesini dinlemek içine huzur veriyordu.
¦— Yazık, Montag, yazık. Onları böylesine kötüleme. Çünkü sen de onlardan biriydin. Kendilerine Öylesine güveniyorlar ki hayatları süresince bunun böyle devam edeceğini zannediyorlar. Fakat böyle gitmeyecek. Yaptıklarının bir gun son bulacağını hiç düşünmüyorlar,
Fısıltı devam ediyordu.
— Montag, evinde oturan ihtiyar adamt korkuyor, kendisini düşünüyor. Kimseyi eleştirmeye hakkı yok. Bununla beraber hemen hemen her şeyi daha başlangıçta yıktın. Dikkat et! Unutma, her zaman ©eninle beraberim. Körlemeden gösterdiğin öfkeye şaşırmadığını söylemeyeceğim* Kendini biraz daha yaşlı hissetmeni istiyo-
— 99 —
rum, korkaklığımdan birazını sana aktarmak istiyorum. Birkaç saat müddetle Beatty'nin çevresinde dola$. Onun hareketlerini, sözlerini duymak iatiyorum. Senin kulakların ben olacağım. Kurtuluş biletimizi hazırlamom^ gerekiyor. Aptal, zavallı kadınları uhutmahsın...
Montag:
—¦ Onları yıllardan beri düşünmedikleri şekilde mutsuz kıldım, dedi. Bayan Phelps'in ağlamasını görmek be-
I
ni son derece şaşırttı. Belki haklılar, belki gerçekleri yüz-lememek gerekir. Bilmiyorum, yalnız kendimi suçlu hissediyorum...
— Hayır, kendini suçlu hissetmemelisin l Eğer savaş olmasaydı, dünyada sulh olsaydı, sana eğlencene bak. derdim. Fakat Montag, sadece bir itfaiyeci olarak kalmamalısın. Dünyada yapılacak çok daha iyi şeyler var.
Montag terlemeğe başladı.
— Montag, dinliyor musun? Montag:
— Ayaklarım, dedi. Ayaklarımı oynatamıyorum. Kendimi çok aptal hissediyorum. Ayaklarım kımıldamıyor!
İhtiyar adam tath sesle:
— Dinle. Acele etmet dedi. Biliyorum, büiyorum. Hata yapmaktan korkuyorsun. Sakm korkma. Bazen hatalar kazanç sağlar. Gençken cahilliğimi insanların yüzlerine karşı söylemekten çekinmezdim. Beni bastonla döverlerdi. Kırk yaşına geldiğim zaman her şey düzelmişti. Cahilliğini saklayacak olursan, seni döven olmaz ve hiç bir zaman öğrenemezsin. Şimdi, itfaiye merkezine doğru yürü bakalım, ikiz kardeş gibiyiz, yalnız değiliz. Eğer Beatty seni sıkış,tırırsa ben yanında olacağım.
Montag Önce sağ, sonra sol ayağının hareket ettiğini hissetti.
— ihtiyar, dedi. Benim yanımdan ayrılma,
— 100 —
Mekanik köpek yerinde yoktu. Kulübesi bog duruyordu. Ortalık sessizdi, Montag, sarı boruya tutunup yukan çıktı. Gözünü boş kulübeden ayıramıyordu. Kalbi heyecanla çarpıyor, nefes alışları sıklaşıyordu.
Beatty, deliğin ağzında bekliyordu, ama sanki kimsenin gelmesini beklemiyormuş gibi sırtını deliğe dönmüştü.
Kâğıt oynayan adamlarına:
— fete, dedi. Bütün dillerde aptal olarak geçen çok garip bir yaratık geldi.
Beatty elini açıp bekledi. Montag, kitabı Beatty'nin eline tutuşturdu. Yüzbaşı kitabın ismine bakmadaa çöp kutusuna attı. Sonra bir sigara yaktı.
— Biraz aklı olan, en aptal olan, dedi. Hoş geldin\ Montag. Umarım ki artık ateşin geçmiş, hastalığın iyileşmiştir ve bizimle kalırsın. Poker oynamaz mısın?
Oturdular.
Kartlar dağıtıldı.
Montag, Beatty'nin kargısında kendisini suçlu hissediyordu. Elleri sanki emirlerine uymuyordu.
Oyun süresince Montag, iki kere kalkıp ellerini yıkamak üzere tuvalete gitmek zorunda kaldı. Geri döndüğünde ellerini masanın altına saklıyordu.
Beatty bir kahkaha attı.
— Ellerini görelim, Montag. Sana itimat etmediğimizden değil, anlıyorum, ama...
Masanın çevresindekiler hep bir ağızdan güldüler. Beatty r
— Artık kuzu otlağa döndü, dedi. Bizler bazen sürüden ayrılan koyunlara benzeriz. Gerçek gerçektir. Gerçekten kaçınılması mümkün oTamaz. Kelimeler bir yaprağa benzerler. Bu sözü Alexander Pope söylemiş. Ne dersin, Montag?
— Bilmiyorum.
— 101 —
Faber:
— Dikkat, diye fısıldadı.
Sesi sanki başka dünyalardan geliyordu. Beatty:
— Ya da bu?, dedi. Az öğrenim tehlikelidir. Çok iç, ya da. tat, ama Pierian kaynağından değil. Onun derin suları beyni zehirleyebilir. Sonra kana kana içmek bizi tekrar ayıltabüir. Bunları da Pope söylemiş.Bu takdirde ne yaparsın?
Montag, dudağım ısırdı. Beatty:
— Söyleyeyim, dedi.
Sonra gülümseyerek kartlarına baktı.
— Bu seni kısa bir süre sarhoş yapar. Birkaç satır oku, kendini kahraman hissedersin. Dünyayı uçurmaya, kafalar kesmeye, kadınları, çocukları dövmeye, yetkiyi hiçe saymaya hasırsmdır. Büiyorum, çünkü ben de aynı basamaklardan geçtim.
Montag, sinirli bir tavırla:
— Benim bir şeyim yok, dedi.
— Kızarmana lüzum yok. Seni iğnelemiyorum, gerçekten de iğnelemiyorum?. Biliyor musun, bîr saat önce bir rüya gördüm. Rüyamda seninle kitaplar üzerine tartıştık. Bana bağırıp çağırdın, söylemediğini bırakmadın. Senin bütün saldırılarını sükûnetle karşıladım. Bilgi güçle eşittir. Doktor Johnson'un sözlerini tekrarlamıştın. Ben de yine onun sözleriyle cevap verdim. Belirli bir şeyi belirsiz bir şeyle değişmek akıllılık değildir, itfaiyecilerle kal, Montag. Diğer her şey saçma bir rüyadan ileri gidemez.
Faber fısıîdadı.
— Dinleme. Seni şaşırtmaya çalışıyor. Çok kaypak davranıyor. Dikkat et!
Beatty konuşmasına devam etti,
— 102 —
— Ve sen «Gerçek açığa çıkacaktır, cinayet uzun süre saklanamaz», dedin. Ben, «Ah, Tanrım, sadece atlarından söz ediyor.», diye haykırdım. Sen haykırıyordun: «Bilgi güçlüdür.» Yanıldığını söyledim.
Montag'ın başı dönmeye başlamıştı. Sanki şiddetü bir dayak yiyordu, «Hayır, sus, yeter artık.», diye haykırmak istiyordu.
Beatty, Montag'ın büeğine sarıldı.
— Seni huzursuz yaptım, dedi. Öyle değÜ mi, Mon-tag? Nabzının atışlarını buradan bile duyabiliyorum. İtfaiye sireni gibi. Biraz daha konuşayım mı? Paniğe kapıldığını görmek hoşuma gidiyor.
Montag'ın kulağmdaki ses fısıldadı.
— Montag, sabret, suyu bulandırmaya çalışıyor.
Beatty:
— Korkman saçma,dedi. Sarıldığın kitaplarınla seni yermek istiyordum. Her kitabına kajrşıhk verebilirim. Ki-tablar ne kadar nankördür, bilemezsin! Sem desteklediklerini zannedersin,, bir de bakarsın ki aleyhine dönmüşler. Kitapları diğerleri de kullanabilir, işte o zaman kendini denizin ortasındaki bir şamandınada terkedilmiş olarak görürsün. Rüyamın sonunda Salamandramla geldim ve sana sordum: Benim yoluma geliyor musun ? Yanıma bindin ve beraberce buraya geldik.
Beatty, Montag'ın bileğini bıra-ktı.
— Her şey sonunda iyiye yöneldi ve iyi sonuçlandı. Sessizlik.
Montag, mermerden oyulmuş heykel gibi oturuyordu.
Basma yediği san çekiç darbesinin verdiği sersemliğin geçmesini bekliyor gibiydi.
Montag'ın beyninde kopan fırtına yatıştığı zaman Fa-ber yumuşak sesle fısıldamaya başladı.
— 103 —
¦— Ttaıam, söyleyeceğini söyledi. Şimdi sıra bize geldi. Söyleyeceklerimi dinleyeceksin ve ona göre karar vereceksin. Fakat söyleyeceklerim senin kararların olacak, ne benim ne de yüzbaşının. Fakat şunu unutma ki Yüzbaşı doğruluk ve Özgürlüğün en büyük düşmanıdır. Çoğunluğun en büyük zorbası olarak kabul edebilirsin. Hepimizin çalacağı bir çalgısı vardır. Hangi kulağınla dinleyeceğine karar vermek senin.
Montag, Faber'e cevap vermek üzere ağzını açtı ve bu hatasını diğerlerinin yanında tamir edemezdi, ama, Allah-tan ki alarm çaldı. Telefonla verilen rapor bitince Beatty, kartları elinde olduğu halde yerinden kalktı ve verilen adresin yazılmış olduğu kâğıdı çekip kopardı. Adrese şöyle bir göz attıktan sonra cebine soktu ve yerine oturdu. Diğerleri şagkın bakışlarını Beatty'ye diktiler.
Beatty, mutlu sesle:
— Bütün paralarınızı alana kadar tam kırk saniye bekleyebilir, dedi.
Montag, kâğıtlarını bıraktı.
— Yorgun musun, Montag? Oyundan çekiliyor musun?
— Evet.
— Dur bakalım. Eh, bu eli daha sonra da tamamlayabiliriz. Sadece kartlarınızı kapatıp bırakın ve malzemenizi kuşanın. Yalmz acele.
Beatty tekrar ayağa kalktı.
— Montag, sağlığın iyi görünmüyor. Yoksa yine ateşlenecek misin?
— Bir şeyim yok.
— îş hoşuna gidecek, çünkü, çok güzel bir iş. HJaydi, durmayın î
Hep beraber ayağa fırladılar ve san borulara sarıldılar. Sanki bütün bina birden canlanmıştı,
— Hey!
— 104 —
Sirenleri çalarak köşeyi iki lastik üzerinde döndüler.
Rüzgâr Montag'ın saçlarını arkaya doğru savuruyordu. Bu gece evinde geçenleri düşündü. Öfkelenmekten ne zaman vazgeçebilecekti? Ne zaman olayları sakin bir tavırla karşılayabilecekti?
— işte gidiyoruz!
Montag, başını kaldırıp baktı. Şimdiye kadar Beatty, arabayı hiç kullanmamıştı, ama bu gece kullanıyordu. Salamandrayı virajlarda ustaca idare ediyordu.
— işte dünyayı mutlu kılmak için yine gidiyoruz, Montag.
Beatty'nin tombul yanakları fosforlu fosforlu parıl-dıyordu,
— işte geldik!
Salamandra birden durunca adamlar neredeyse üst üste yığılıyordu. Montag, parmaklarıyla soğuk demirlere sarılmış düşünüyordu.
Yapamam. Nasıl yapabilirim? Bu yeni işi nasıl yapabilirim, haksız yere bu evi nasıl yakabilirim ? Bu eve giremem.
Beatty, rüzgârın yönünü kontrol ederek Montag'ın dirseği dibinde bitiverdi.
-— Haydi, Montag.
Adamlar, lastik çizmeleriyle örümcekler gibi sessizce koşuştular.
Nihayet Montag, gözlerini kaldırıp arkasına döndü.
Beatty, dikkatle yüzüne bakıyordu.
— Bir şeyin mi var, Montag? Montag sakin sesle:
— Neden benim evimin önünde durduk?, diye sordu.
— 105 —
do
PARLAK ALEVLER
Bütün evlerin ışıkları yandı ve caddede kurulan karnavalı seyretmek için kapıları açıldı,
Montag ve Beatty, gözlerini eve dikmiş bakıyorlardı. Biri kuru bir zevkle, diğeri şaşkınlıkla bakıyordu.
Biraz sonra alevler bu evden de gökyüzüne doğru yükselecekti.
Beatty:
— Eh, nihayet becerdin, dedi. Montag güneşin çevresinde uçmaya çalıştı ve kantlarını yaktı, şimdi bu iş nasıl oldu diye şaşkınlıkla düşünüyor. Mekanik köpeği evine gönderdiğim zaman yeteri kadar uy armadam mı?
Montag, yüzü taşlaşmış gibi duruyordu. Gözlerini, ön tarafına bîr dizi çiçek dikilmiş karanlık eve dikmişti. Beatty homurdandı.
— Oh, hayır! Şu küçücük hileye kanmadın, değil mi, ya? Çiçekler, kelebekler, yapraklar, gün batışı. Hepsi kızın dosyasında var. Tam on ikiden vurdum. Şu yüzündeki hasta ifadeye bak. Bakırdan bir heykele benziyorsun. Ne pısük. Bütün çiçekler acaba ne işine yarıyordu?
Montag, kamyonun soğuk çamurluğu üzerine oturmuş başım hafif hafif sallıyordu.
— 106 —
— Her şeyi görürdü. Kimseye bir zararı yoktu, kimseye karışmazdı, kendi halinde bir kızdı.
— Kendi halinde,haî Senin peşinde değil miydi? Bir melek kadar masum yüzüyle senin peşine düşmemiş miydi? Kendisini masum gösterip başkalarını etkisi altına almaya çalışmıyor muydu? Böyleleri insanın gözüne çarpan güneş gibidir.
Evin kapısı açıldı; Mildred elinde küçük bir valizle koşarak çıktı. Kaldırımın yanına küçük bir taksi yanaşmıştı.
— Mildred!
Mildred, kimseye aîdırş etmeden koştu; yüzünü pudraya bulamıştı, fakat dudaklarında ruj yoktu.
— Mildred, alarmı sen mi verdin?
Mildred, bavulunu bekleyen taksiye koydu, kendisi de bindi.
— Zavallı aile, zavalLU aile, oh, her şey gitti, her şey, her şey gitti şimdi...t diye söyleniyordu.
Araba saatte yetmiş mille hareket ederken Beatty, Montag'ın omzunu tuttu.
Montag'ın sanki rüyası yıkılmıştı. Donuk bakışlarla Stonenıan'la Black'in baltalarla pencereleri parçalamalarını izledi. Pencereleri kırmakla yangının kolay olmasını sağlıyorlardı.
Kulağında hafif bir fısıltı duydu.
— Montag, ben Faber. Beni duyuyor musun? Ne oluyor?
— Olan bana oldu. Beatty:
— Ne korkunç bîr sürpriz, dedi. Bugünlerde insanlar kendilerine bir şey olmayacağından çok emin görülüyorlar. Başkaları ölür, onlar Ölmez. Sonuç ve sorumluluk yok. Oysa, her ikisi de var. Neyse bunlardan söz etmeyelim,
— 107 —
ha? Sonuç kavranıncaya kadar iş işten geçmiş oluyor, öyle değil mi, Montag? Faber sordu:
— Montag, kaçabilir misin?
Montag yürüdü, ama ayaklarının yere dokunduğunu hissetmedi. Beatty, ignitörü yaktı, sonra tekrar söndürdü.
Alevi üfleyerek söndürdükten sonra:
— Alev kadar güzel şey var mı, dünyada?, dedi. Hangi devirde olursak olalım, bizi ona doğru iten nedir? Sürekli hareket, insanların bulmaya çalışıp bulamadıkları. Ya da hemen hemen sürekli olan bir hareket. Eğer devam edersen, bütün hayatın boyunca yakamın. Yangın nedir? Anlaşılmaz şey. Bilim adamları bize moleküller ve friksiyon hakkında bilgi verebilirler. Ama aslında ne olduğunu bilmezler. Sonuç ve sorumlulukları yok eden bir güzellik. Bir problem çok can sıkıcı mı oldu, at fırının içine. Sen Montag, şimdi yükün çok ağırlaştı. Ve yangın seni omuzlarımın üzerinden alacak.
Montag karşısında duran bu garip eve baktı. Komşuların mırıltıları kulaklarına kadar geliyordu. Açık kapıdan, hole yığılmış olan kitapları görmesi mümkündü.
Mildred, tabiî. Kitapları sakladığı yeri seyretmiş, sonra tekrar eve taşımıştı. Mildred, Mildred.
•— Bu işi senin tek başına görmeni istiyorum, Montag. Petrol ve kibrit kullanarak değil, alev püskürten bir makine ile yakmanı istiyorum. Senin evin, senin temizlemen gerekiyor.
— Montag, kaçamaz mısm? Montag, çaresizlik içinde haykırdı.
— Hayır! Köpek! Köpek yüzünden!
Bunu hem Faber hem de Beatty duydu, ama Beatty, kendisine söylendiğini düşünmüş olmalıydı,
— 108 —
¦— Evet, kÖpeft buralarda bir yerde, bu bakımdan saçma bir şey yapmaya kalkma. Hazır mısın?
— Hazinen.
Montag, alev makmesinin emniyet mandalını açtı.
— Ateş!
Büyük bir alev sütunu uzandı ve kitapları holün kar-§ı duvarına çarptı. Yatak odasına girdi ve tekrar düğmeye bastı. Büyük yatak ciKirdayarak kül oldu. Odada ne varsa hepsini yaktı. Çünkü her şeyin değişmesini istiyor-du. Bu evde yaşadığını gösteren her şeyi yaktı. Gümüş takımları, mutfak eşyalarını, sandalyeleri, her şeyi yaktı. Kulağmdaki radyoyu dinleyen ve kendisini yarın unutacak olan kadınla geçirdiği günlerini hatırlatacak her şeyi yaktı. Alevlerin karşısında yine zevk almaya başladı. Eğer bir çözüm yolu yoksa, bir problem de olmamalıydı. Yangın her şeyi kökünden halleden bir araçtı!
— Kitaplar, Montag!
Kitaplar, ateşten kaçışan kuşlar gibi havalandı. Kanatları san, kırmazı alevlerle donanmıştı.
Sonra büyük salona geldi. Alev makinesini duvarlara döndürdü ve üç duvarı teker teker yaktı. \
Beatty'nin sesini duydu.
— îşin bittiği zaman tutuklusun.
Koca ev, bir kor ve siyah kül yığınına döndü. Her tarafından sıcak dumanlar tütüyordu. Saat, sabahın üçüne geliyordu. Yangını seyreden kapHİfc evlerine çekilmişti; çünkü, gösteri sona ermek üzereydi .
Montag, alev makinesi gevşek parmakları arasında» koltuk altları terlemiş, yüzü kararmış duruyordu. Diğer itfaiyeciler arka tarafta duruyorlardı. Yüzleri evin yansıttığı kızıl ışıkla yarı yarıya aydınlanıyordu.
— 109 —
Mantag, İki kere konuşmayı denedi ama beceremedi, nihayet düşüncelerini toparlayabildi.
— Alarmı veren karım mıydı? Beatty, başıyla evetledi.
— Fakat arkadaşları daha önce alarm vermişti, ben boş geçmiştim. Şu veya bu şekülde, nihayet korktuğum başıma geldi. Böyle serbestçe şiir okuman çok saçma ve aptallık. Ancak çok aptal bir insan böyle davranabilirdi. Birisine birkaç cümle söyle» kendisini hemen dünya hakimi saymaya başlar. Kitapların elinde olduğu halde suyun üzerinde yürüyebileceğini düşünüyordun. Eh, dünya kitap olmadan da dönmesine devam ediyor. Bak seni ne hale soktular, gırtlağına kadar gömüldün. Eğer suyu parmağımla buiandtracak olsam hemen boğulacaksın,
Montag yerinden kımıldayamıyordu. Yangınla beraber büyük bir zelzele olmuştu. Mildred bu koca evin altındaydı, kendi hayatı küllerin arasına karışmıştı, içindeki zelzele hâlâ devam ediyor, beynini, bütün benliğini sarsa-yordu. Bacakları, sanki omuzlarındaki yükün ağırlığına dayanamamış gibi hafifçe bükülmüştü,
Beatty, elini bile kaldırmadan ona büyük darbe indirmişti.
— Montag. salak, Mantag, sersem, neden yaptın bunu?
Montag, duymuyordu. Düşünceleriyle beraber bulun-duğu yerden çok umklara gitmişti.
Faber:
— Montag, oradan kaç, dedi. Montag, dinledi.
Beatty'nin başına indirdiği bir darbeyle sallanarak geriledi. Faber'in fısıltılarının yükseldiği yeşil, kurşun şeklindeki metal yere düştü, Beatty, sırıtarak bunu yerden aldı ve yarı yanya kulağına sokarak dinledi.
— 110 —
— Montag, bir şeyin yok ya?
Montag, FaberMn bu son fısıltısını da duydu. Beatty, yeşil metalin düğmesine basarak cebine soktu.
— Demek bu iğin içinde tahminimden de çok iş varmış, dedi. Başına bir şey dinlermiş gibi kaldırdığını görüyordum. Önce kulağında radyo var zannettim. Neyse, bunun yolunu izleyip dostunun kucağma atarız,
Montag:
— Hayır, dedi,
Elindeki alev makinesinin emniyet mandalını açtı. Beatty'nin gözleri irilestl Montag, onun yüzündeki hayret izlerini gördü. Nihayet, cinayet işlemeye kadar itiliyordu. İstemeyerek elindeki makineye bir göz attı.
Beatty, en tatlı tebcr^sümüyle:
— Eh, dinleyici temin etmenin bir yolu, dedi. Silahı eline al ve karssndakini dinlemeye zorla* Bu sefer ne söyleyeceksin, bakalım? Neden Shakespeare'den bir pasaj okumuyorsun, koca salak? «Korkum yok, Cassius, senin tehditlerinden, çünkü elimde şeref gibi güçlü bir silahım var.» Nasıl buldun? Haydi, şimdi tetiğe dokun bakalım, şair efendi,
Montag'a doğru bir adım attı. Montag sadece:
— Hiç bir zaman doğruluğu yakamadık..., dedi. Eeatty, gülümsemesini kaybetmeden:
— Ver bskahm elindekini, Guy, dedi.
Beatty, birden haykıran, oynayan sıçrayan, çimenlerde yuvarlanan bir alev topu haline geldi, çünkü Montag, elindeki makinenin tetiğini çekmiş ve Beatty'nin üzerine uzun bir alev sütunu küsmüştü.
Montag sesinin bütün gücü ile haykırdı, haykırdı. Beatty'nin çığlıklarının duymamak, kulakların m tıkamamak için kendisini güç tutuyordu. Beatty, nihayet çimen-
— 111 —
lerin züerinde hareketsiz kaldı, küçük bîr öbek kömür yığını haline gelmişti. '
Diğer itfaiyeciler yerlerinden kıpırdamadan olanları seyrediyorlardı.
Montag, içindeki bulantıya' güçlükle engel olarak iki arkadaşına döndü.
— Arkanızı dönün!
İtiraz etmeden Montag'ın isteğine uydular.
Montag, ikisinin de kafasına vurarak, onları baygın bir halde yere serdi.
Arkasında bir hışırtı duydu ve döndü.
Mekanik köpek çimenlerin Üzerinden doğru hızla ge^ Jiyordu.
İğnesini hazırlamış olarak Montag'a doğru sıçradı, ayakları yakalamaya hazır bir şekilde açılmıştı.
Montag, onu alev makinesinin kustuğu mayi halindeki alevle karşıladı, fakat metal yığınının çarpması Üe beş metre gerisindeki ağaca doğru fırladı. Mekanik köpeğin elektrik donanımı kısa devre yapmadan önce procaine'li iğne bacağına battı.
Montag, yattığı yerden ölü-canlı bu metal yığınının birkaç debelenmeden sonra alev yığını halinde hareketsiz kalışını seyretti, ayağa kalkmağa korkuyordu. Sanki ayaklarının ürerine basamayacak kadar halsiz olduğunu zannediyordu. Uyuşukluk...
Peki şimdi... ?
Cadde bomboş, ev kömür ve kor yığını halinde, diğer evler karanlık, mekanik köpek orada, diğer itfaiyeciler başka bir yerde, iki arkadaşı baygm ve salamandra...? Hayatı boyunca tehlike yaratmış olan makineye baktı. Bunun da tahrip edilmesi gerekiyordu.
Eh, bakalım uyuşukluğun nekadar kötü, diye düşündü. Ayağa kalk şimdi. Yavaş, yavaş,., işte.
Ayakta duruyordu, ama sadece tek ayağı vardı. Di-
— 112 —
ger ayağı sanki kendisine ait değilmiş gibiydi.. Üzerine basmak istediği zaman bir sürü küçük iğnenin baldırına battığını ve acının diz kapağına doğru yükseldiğini hissetti. Ağlamaya başladı. Haydi, haydi, burada kalamazsın!
Evlerden birkaçının ışıkları yine yandı. Gürültüden sonra meydana gelen sükuneti merak etmiş olmalıydılar, Montag, uyuşuk bacağım sürükleyerek enkaz arasında dolaştı. Arada sırada bacağına küfür ediyor, yalvarıyor ve en çok işe yarayacağı zaman kendisini bırakmamasını söylüyordu. Karanlıkta bazı kimselerin bağırarak dolaştığını duyuyordu. Evin arka kısmındaki avluya geçip, arka sokağa çıktı, Beatty, diye düşündü, artık benim için bir problem değilsin. Daima söylerdin, «bir problemle yüzleşme, onu yak...», diye. Eh, artık ikisini de yaptım. îyi geceler, Yüzbaşım.
Sonra karanlık sokakta ayağım sürüyerek uzaklaştı.
**
Ayağını her basmak isteyişinde bacağına binlerce iğne saplanıyordu. Kendi kendisine küfür ecî>o duruyor, koca bir budala, ahmak olduğunu söylüyordu. Bak ne yaptın? Ne kadar aptalsın, senin kadar aptal görülmemiştir. Haydi, bakalım şimdi ne yapacaksın görelim?
Gurur ve öfkeyle kavrulduğunu hissediyordu. Midesi bulanıyor, aklına gelen her şeyin üstüne kusmak istiyordu. Beatty'nin, Mildred'in, kadmLarın, hemen hemen her şeyin üzerine kusmak, onları da kendisine bulaştırmak istiyordu.
Hayır, ne kurtarabilirsek kârdır, yapılacak şeyi yapmamız gerekir. Eğer yakmamız gerekiyorsa beraberimizde birkaç kişiyi de yakarız. İşte!
Kitapları düşününce tekrar geri döndü. Bir kere deneyecekti.
— 113
Kendi kendisine:
— Ayağa kalk!, dedi. Ayağa kalk!
Baldırına saplandığını hissettiği iğneleri görebilmek için bacağına baktı. Hoplaya hoplaya elli metre kadar ilerledi. Sonra eliyle bacağını yokladı. Bacağı yavaş yavaş hassasiyetini kazanıyordu. Çnce, ayağının üzerine bastığı takdirde kırılacağını düşündü, fakat denedikten sonra bu korkusunun, boş olduğunu anladı. Derin derin nefes abp gecenin serin havasını ciğerlerine doldurdu ve biraz da olsa ayağını sürükleyerek yürümeye başladı. Kitapları elinden bırakmamıştı.
Ebber'i düşündü.
Faber, şu anda artık kömür yığını haline gelen adamın cebindeydi. Faberl de onunla beraber yakmıştı. Bu düşünceyle öylesine sarsılmıştı ki, bir an Faber'in gerçekten öldüğüne inanacak oldu, Faber, sanki küçük, yeşil bir kapsülün içinde yanmıştı. Hem de yanan bir adamın cebinde.
Unutmamaksın , onları yak, yoksa onlar seni yakacaklar, diye düşündü. Şu anda bu felsefe söylendiği kadar basit görünüyordu.
,Ceplerini araştırdı, parası yerinde duruyordu. Diğer cebinde ise bütün şehirde dinlenilen yayınlan veren küçük kulaklık radyo vardı.
Küçük radyo devamla yayın yapıyordu.
«Polis dikkat! Aranıyor: Kaçak şehirde dolaşıyor. Devlete karşı suç ve cinayet işlemiştir. Adı: Guy Montag. Mesleği: itfaiyeci. Son defa görüldüğü yer...»
Altı blok kadar durmadan koştu, sonra ara sokaktan büyük caddeye çıktı; ark lâmbalarının altında geçişine imkân olmayan geniş bir nehir gibi görünüyordu. Bu ne-hiri geçmeye kalkıştığı takdirde boğulacakmış gibi bîr his duydu. Cadde çok geniş ve her taraftan görülebüe-
— 114 —:
Bahçe kapısının yanına saklamış olduğu birkaç kitabı buldu. Allahtan ki, 'Mildred bunları görüp eve tanımamıştı .Dört kitap sakladığı. yerde duruyordu. Sesler duyuluyor, elektrik fenerleri karanlığı yarıyordu. Diğer salamandraların siren seslerini polisin siren sesi kesiyordu.
Montag, dört kitabı koltuğunun altına sıkıştırarak zıplaya zıpLaya uzaklaştı. Sanki başı gövdesinden ayrılmış gibi birden yere kapaklandı. Beyninin verdiği emirlere uymayan vücudu birden durmuş ve yuvarlanmasına sebep olmuştu. Yattığı yerde ağlamaya başladı. Uyuşuk bacağını elinin yardımıyla kendisine doğru çekti; faydasız, dîye düşünerek başını yere koydu.
Beatty ölmek istemişti
Montag, yattığı yerde bunun gerçek olduğunu düşündü. Beatty, hakikaten ölmek istemişti. Hiç bir hareket yapmadan karşısında durmuştu. Karşısındakini tahrik etmek istermiş gibi alaya başlamıştı. Ne kadar garip, onu kızdırmak kadar saçma bir hareket olabilir mi? Nefes almak için başını kaldırdı.
Uzaklardan doğru koşan adım sesleri duyuluyordu...
Montag, doğrulup oturdu. Buradan gitmeliydi. Haydi, kalk bakalım, bumda oturup onların gelmesini bekleyemezsin! Fakat hâlâ ağlıyordu ve sonunun geldiğini hissediyordu. Aslında ne Beatty'yi ne de başka birini öldürmek istiyordu.
Bütün vücudunun alev alev yandığını hissetti. Gözlerinin önüne Beatty'nin çimenler üzerinde çırpınışı geliyordu. Yumruğunu ısırarak hıçkırıklarına engel olmaya çalıştı. Üzgünüm, Tanrım, çok üzgünüm.,.
Bundan birkaç gün önce normal bir yaşantım vardı.
Sokağın üst tarafından doğru koşan adım sesleri duyuldu.
— 115 —
cek kadar açıklıktı. Koşarak geçecek olsa, hemen görülecek ve ışık az da olsa vurulacaktı.
Kulağına takmış olduğu radyo mırıldanıyordu.
«... koşan adamlara dikkat edin.., koşan adamlara dikkat edin... yaya, yalnız olan adama dikkat edin,., yaya...»
Montag, hemen karanlığın koynuna doğru çekildi. Biraz ilerisinde büyük bir bemzin istasyonu vardı ve iki gümüş renkli araba benzin ikmali için pompaların önüne park etmişti. Toplumun içine çıktığı takdirde giyinişi düzgün olmalı ve konuşmamalıydı. Bulvardan aşağı doğru ağır ağır yürümesi gerekiyordu. Yüzünü, ellerini yıkayıp saçlarını taradığı takdirde görünüşü daha iyi olacaktı. Sonra yürüyecekti, ama nereye...?
Evet, Hiç bir yere. Gidecek hiç bir yer yoktu. Arkadaşı, sığınabileceği bir dostu yoktu. Yalnız Faber. Farkında olmadan Faber'in evine doğru kaçtığını kavradı. Fakat Faber onu saklayamazdı; denemesi bile intihar etmek demekti. Fakat, birkaç dakika için bile olsa Faber'i ziyaret etmesi gerektiğini biliyordu. Yitirmek üzere olduğu inancını ancak Faber yeniden canlandırabilirdi. Sadece dünyada Faber gibi insanların olduğunu hissetmek istiyordu. Faber'i canlı olarak görmek istiyordu. Yanmış î>ir adamın cebindeki küçük maden parçasında olduğunu “Hatırlamak istemiyordu.
Ayrıca, parasının bir miktarını da Faber'e vermesi gerekiyordu. Nasıl olsa ya dağlarda ya da nehir kenarlarında yaşayacak, oralarda saklanacaktı.
Derinden doğru gelen bir fısıltıyı andıran serai duyunca başını gökyüzüne kaldırıp baktı.
Polis helikopterleri bulunduğu yerden üç mil uzaklıkta dolaşıyordu. Sabah alaca karanlığında uçuşan ke-
— 116 —
lebekleri andıran helikopterlere bakınca karahindiba çiçeğinin artık kurumuş olacağını hatırladı.
Helikopterler arada sırada karayoluna inip gelen arabaları kontrol ediyordu. Bazen birden tekrar havalanıp başka yönleri araştırıyordu.
Tam karşısında, memurları müşterilerle meşgul olan benzin istasyonu vardı. Benzin istasyonuna arka taraftan yaklaşarak erkekler tuvaletine girdi. Alüminyum duvarların ardından radyonun sesi duyuluyordu.
« Savaş ilân edilmiştir.»
Arabadaki adamlar kendi aralarında konuşuyorlar, memurlar ise verdikleri benzinin ve yağın ücretini hesap-lıyorlardı. Kimse radyonun verdiği haberi duymamış gibiydi. Montag, radyonun verdiği haberi dinleyerek bekledi. Bir şey olmayacağını biliyordu, “çünkü, bu savaş da diğerleri gibi dosyalarda sadece küçük bir not olarak geçecekti. Belki birkaç saat süren bir savaş olacaktı.
Mümkün olduğu kadar gürültü etmemeye çalışarak ellerini, yüzünü yıkadı, iyice kurulandı. Sonra yine sessizce çıkıp kapıyı usulca çekti ve tekrar boş bulvarın kenarına kadar yürüdü.
Koca bulvar gözlerinin Önünde sessizce uzanıyordu. Tek kurtuluş yoîunun burası olduğunu biliyordu. Sanki asfaltın üstünden kendi vücut sıcaklığı yüseliyordu. Montag, vücut sıcaklığının böylesine etkili olabileceğine şaşırdı. Fosforlu parıltılar yapan bir hedefi andırdığını biliyordu. Bilmek bir yana, hissediyordu. Artık küçük yürüyüşüne başlaması gerekiyordu.
Uç blok kadar yürüdükten sonra birkaç far ışığı gördü. Montag derin bir nefes aldı. Ciğerleri sanki cayır cayır yanıyordu. Koşmaktan ağzının içi kurumuştu. Gırtlağında paslı demir tadı vardı ve ayakları kurşun gibi ağırlaşmıştı,
— 117 —
Oradaki far ışıklan ne olacak? Bir kere yürümeye bağladın mı, o arabaların buraya ne kadar zamanda geleceğini tahmin etmelisin. Eh, ikinci viraja ne kadar mesafe var? Görünüşe göre otuz metre kadar. Muhtemelen o kadar mesafeyi belki bu ayakla otuz ya da «kırk saniyede aşabilirsin. Beetle arabaları im? Bir kere hareket ettiler mi, üç bloku an beş saniyede aşabilirdi. Bu takdirde koşmaya bile başlayacak olsa,..?
Önce sağ, sonra sol ayağını attı ve bulvarda sakin sakin yürümeye başladı. Cadde bomboş bile olsa, birden bir araba meydana çıkıp daha nefes almana fırsat kalmadan seni ezip geçebilirdi
Adımlannı saymaya karar verdi. Ne sağına ne de soluna baktı. Bulvarı aydınlatan lambalar küçük birer güneş gibi parlıyordu.
Sağ tarafından doğru-bir arabanın gittikçe sürat kazandığını hissetti. Her tarafa oynayabilen farları sağı solü kontrol ettikten sonra Montag'ın üzerinde durdu.
Yürümeye devam et.
Montag ayaklarının birbirine dolandığını hissetti, kitapları sıkı sıkı tutarak olduğu yerde donup kalmamak için kendi kendisiyle mücadele ediyordu, içgüdüsüyle birkaç adım koştuktan sonra yüksek sesle söylendi ve tekrar adımlannı yavaşlattı. Bulvarın yarısını hemen hemen aşmıştı, ama gittikçe hız kazanan arabanın yaklaştığını da hissediyordu.
Muhakkak ki polis. Beni gördüler. Fakat adımlarını hızlandırma, dönüp arkana bakma, umursamaz gibi görün. Yürü, evet, tamam, sadece yürü.
Beetle araba gittikçe yaklaşıyordu.
Motorunu nuğultusu yaklaşmıştı.
Gittikçe hızlanıyordu.
Motorun inlediği duyuluyordu.
— 118 —
Beetle araba görünmez bir tüfekle atılan bir mermi gibi hızla geliyordu. Montag, farların ışığından yanaklarının yandığını hissetti. Sıcaklık yavaş yavaş bütün vücuduna yayıldı.
Şaşkın halde yürüyüşüne devam etti, kendi kendisine söylendi, sonra koşmaya başladı. Adımlarını mümkün olduğu kadar uzun atmaya çalışıyordu. Kitaplardan birini düşürdü, duraladı, sonra tekrar vazgeçip koşmaya başladı. Tanrım, Tanrım!
Beetle araba yaklaşıyordu. Yüz metre, doksan, seksen, yetmiş.,.
Montag bütün gücünü bacaklarına vermiş koşmaya çalışıyordu. Araba hızla, uçar gibi geldi, geldi, geldi... Avının üzerine saldırmaya hazır bîr canavar gibi farlarını Montag*in üzerinden ayırmıyordu. Montag, gözlerinin rahatsız olmasından ötürü başını biraz çevirdi, koştu, koştu... Birden kulakları uğuldamaya başladı. Araba neredeyse üzerinde olacaktı.
Birden ayağı sürçtü ve kapaklandı. işim tamam, bittim artık!
Fakat düşmesi durumu değiştirdi. Beetle, Montag'a çarpmadan birden direksiyon kırdı ve hızla yanından geçti. Montag kımıldamadan yattı. Uzaklaşan arabadan gülüşmeler duydu, Beetle'in mavi egzoz dumanı burun deliklerini yakacak kadar yakındı.
Sağ eli biraz yukardaydı. Küçük parmağının kenarında hafif bir yanma vardı. Eline baktığı zaman arabanın lastiğinin sürtündüğü yerde hafif, siyah renkli bir çizgi gördü. Ayağa kalkarken inanmaz gözlerle bu ısiyah çizgiye bakıyordu. Bunlar polis değil, diye düşündü.
Bulvarın alt tarafına doğru baktı. Yine bomboştu.
Durum tamamen açıktı. Bir araba dolusu genç, as-
— 119 —
faltm ortasında tek bağına dolaşan bir adam görmüşler ve adama korkutmak istemişlerdi. Bu adamm aranan kaçak olduğunu hiç düşünmemişlerdi.
Montag, sallanarak kalktığı zaman, beni öldürecek-lerdi, diye düşündü. Berelenmiş yanağına parmaklarının ucuyla dokundu. Hiç bir sebep yokken, sırf eğlence olsun diye beni Öldüreceklerdi.
Her adımında söylenerek karşı tarafa geçti. Nasılsa dağılan kitaplarının hepsini toplamıştı. Şimdi kitapları elinden eline geçiriyordu.
Birden durdu ve kafasından geçen bu soruyu, bu sefer yüksek sesle tekrarladı,
— Acaba Clarisse'i de Öldüren bunlar nıı?
Onların arkasından haykımrak koşmak istedi.
Gözleri sulandı.
Düşmesi kurtulmasının başlıca nedeniydi.
Montag'ın düşmesi üzerine arabanın şoförü, üzerinden geçtiği takdirde arabayı devirmekten korkmuştu. Eğer Montag, ayakta olsaydı,.. ?
Montag, heyecanla nefesini tüttü.
Bulvarın çok aşağılarında, Beetle, yavaşlamış, iki tekerlek üzerinde keskin bir viraj almış yokun ters tarafından tekrar hızlanarak geliyordu.
Fakat Montag, bir saat önce gözüne kestirdiği karan-”Iık sokağuı ağzına gelmişti. Birkaç adımdan sonra sokağın güven verici karanlığında kayboldu. Aradan bir saat mi yoksa bir dakika mı geçmişti. Bunu kestirmesi çok
zordu.
Titreyerek durup bulvara fraktı. Beetle» acı bir frenle durmuş geri dönmek üzereydi. Gecenin sessizliğini neşeli kahkahalar bozuyordu.
_ 120 —
Montag, karanlık sokakta ilerledi. Helikopterler, kar tanecikleri gibi yere inip tekrar kalkıyordu,..
Ev sessizdi.
Montag, arka taraftan, yabani nergislerin, güllerin ve ıslak çimenlerin arasından geçerek yaklaştı. Tel kapıya dokunduğu zaman kapının açık olduğunu fark etti. Kapıyı iterek karanlık hole girdi ve etrafı dinledi.
Bayan Black, uyuyor musunuz?, diye düşündü, iyi bi şey değil, ancak kocanız başkalar ma yaptı ve hiç sormadı, üzülmedi, umursamadı. Ve şimdi, bir itfaiyeci eşi olduğunuza göre, sizin eviniz ve sizin sıranız. Kocanızın yaktığı ve hiç düşünmeden incittiği insanlara karşılık sizin eviniz.
Ev, Montag'a cevap vermedi.
Kitapları mutfağa sakladı, sonra tekrar geldiği kapıdan çuıarak arka sokağa girdi. Geri dönüp baktığı zaman evin eskisi gibi karanlık olduğunu gördü. Her taraf sesiz ve derin bir uykudaydı.
İyi geceler, Bayan Black, diye düşündü.
* **
— Faber!
Kapıyı yine tıkırdattı, fısıldadı ve bekledi. Bir dakika sonra Faber'in küçük evinin ışığı yandı. Bir dakika daha geçti, sonra evin arka kapısı açıldı.
Loş aydınlıkta birbirlerine bakarak durdular, sanki birbirlerinin var olduğuna inanmaz görünüyorlardı. Sonra Faber hemen elini uzattı, Montag'ın. koluna yapıştı, içeri çektikten sonra kapıyı kapadı. Kulağını kapıya da-ayjp bir müddet dinlendi. Ortalıkta derin bir sessizlik
— 121 —
hüküm sürüyordu. Çok uzaklardan siren sesleri duyuluyordu, o kadar. Montag:
— Bütün hareketlerim çok aptalcaydı, dedi. Fazla kalamam. Bir an Önce gitmeliyim.
Faber:
— Hiç değilse, doğru yolda bir aptallık yaptın, dedi, Öldüğünü sanıyordum. Sana verdiğim audio-kapsül...
— Yandı.
— Yüzbaşının seninle konuştuğunu duydum, sonra birden sesler kesildi. Neredeyse çıkıp seni arayacaktım.
— Yüzbaşı öldü. Audio-kapsülü buldu, sesini dinledi, seni bulmaya çalışacaktı. Alev makinesiyle onu Öldürdüm.
Faber birden oturdu ve bir müddet konuşamadı. Montag:
— Bütün bunlar nasıl oldu?, dedi. Geçen akşam her şey iyiydi, bu gece boğulmak üzere olduğumu görüyorum. Bir insan kaç kere yıkılır da hâlâ sağ kalabilir? Nefes alabiliyorum. Beatty öldü, bir zamanlar dostumdu ve Millie gitti, karım olduğunu düşünüyorum, ama şimdi hiç bir şeyden emin değilim. Ev tamamen yanıp kül oldu. İşim yok ve kaçağım. Yolda gelirken birkaç kitabımı bir itfaiyecinin evine sakladım ve ihbar ettim. Bütün bunları sadece bir haftada yaptım î
— Yapman gereken şeyleri yaptın. Uzun zamandan beri yapılması gereken şeyleri yaptın.
—- Evet buna inanıyorum, eğer inanacağım başka şey yoksa. Olması gereken şey bugüne kadar saklanmış. Uzun zamandan beri bir şeyler sakladığını hissediyordum. Demek ki bunlarmış. Acaba nasıl oldu da açığa vurmadım? işte çimdi, senin de hayatmı yıkmak için buradayım. Beni buraya kadar takip edebiürler.
Faber:
— Yıllardan beri ilk defa yaşadığıma fark ediyorum,
— 122 —
dedi. Uzun zamandan beri yapmam gereken işi şimdi yaptıgmıı hissediyorum. Hiç korkmuyorum/ BelM de yaptığım işin doğruluğuna inandığım için korku duymuyorum. Belki yaptığım işten ötürü sana karşı korkak davranmak istemediğim için korkmuyorum. Daha atak, daha cesur işlere girişmek istiyorum. Tekrar korkak olmak istemiyorum. Planın nedir?
— Kaçışa devam.
— Savaş ilân edildiğini biliyor musun?
— Duydum, İhtiyar adam:
— Garip değil mi?, dedi. Kecıdi başımız dertte olduğu için savaşı umursamıyoruz.
— Düşünmeye vaktim almadı. Cebinden yüz dolar çekti»
—Bunu almanı istiyorum. Ben gittikten sonra istediğin gibi kullanablirsin.
— Fakat...
— Öğleye kadar belki ölmüş olurum, bunu kullan. Faber başmı salladı.
—> Nehre doğru gitsen iyi olur. Nehri takip ederek eski tren yoluna çıkabilirsen, tren yolunu takip ederek ilerle. Bugün için her şey hava yoluyla hal olduğu icra tren yolları metruk, paslanmaya bırakıldı. Demir yollarına paralel olarak hareket eden kamplar olduğunu işittim. İçerinde Harward mezunları bile var. Buradan Los Angeles'e kadar uzanıyorlarmış. Onların çoğu şehirlerde aranan kimseler. Hemen hemen hepsi suçlu ve kaçak. Yaşamanın yolunu buluyorlar. Fazla kalabalık olduklarım sanmıyorum. Hükümet onların yeteri kadar tehlike yaratabileceğini düşünmediğinden takip etmiyor. Bir müddet onların yanıda kalablirsin. Sonra St. Louis'te benimle bağıntı kur. Bu sabah beş otobüsü ile hareket ediyorum.
— 123 —
Oradaki emekli bir matbaacıyı göreceğim.Nihayet ben de açığa çıkmaya karar verdim ve kararımı uyguluyorum, Bu para hayırlı işler İçin kullanılacak. Teşekkür ederim ve ta^ın yardımcın olsun. Birkaç dakika kestirmek ister miydin?
— Yola çıksam iyi olacak.
— Etrafı kontrol edelim.
Montag'ı yatak odasına götürdü ve duvarda asılı duran bir resmi kenara çekti ve posta kartı büyüklüğünde bir televizyon ekranım meydana çıkardı.
— Her zaman küçük bir şey istiyordum. Konuşabileceğim ve gerekirse avucumla bile kapayabileceğim, sadece beni dinleyea bir şey istiyordum, işte görüyorsun,
Televizyon düğmesini çevirdi. Ekran aydınlandı.
— Montag. M-O-N-T-A-G.
tsm birisi tarafından hecelenmişti.
— Guy montag. Hâlâ kaçıyor. Polis helikopterleri göğü tarıyor. Başka bir bölgeden yeni bir köpek temin edildi.
Montagla Faber bakıştılar.
— Mekanik Köpek hiç bîr zaman başarısıztoa uğramaz, yanılmaz. Mekanik Köpek hedefine doğru giderken kameralı bir helikopterle takip edilecek ve bütün halkımıza gösterilecek...
Faber, iki kadeh viski koydu.
— Buna ihtiyacımız olacak. Kadehleri başlarına diktiler.
— Mekanik Köpeklerimi burunları çok hassastır. On-bin kîşnin kokusunu birbirinden ayırabilir.
Faber titriyerek bakışlarını etrafında dolaştırdı. Duvarlara kapılara ve Montag'm oturduğu koltuğa baktı.
— 124
Montag, onun bakışlarını izledi. Birden durumu kavradı. îkisi birden bakışlarını odada dolaştırmaya bağladı. Montag, kendi kokusunun havada olduğunu fark ediyordu. Kapının tokmağında terli avuçlarının izi vardı. Hemen hemen evin her tarafında olduğunu hissediyordu. Sanki her nefes akş verişinde kendisinden bir parçayı da evde bırakıyordu. Faber, sanki odada hayaleti ciğerlerine doldurmamak için nefes bile almıyordu. Sanki nefes aldığı takdirde kaçak adamın kokusunu içine sindirecek-ti.
— Mekanik Köpek şimdi yangın sahasına ındiriliyor-
Ekranın üzerinde yanık ev göründü .Evin çevresi kalabalıktı. Yere metal bir örtü serilmişti. Bir helikopter ağır ağır yere konmak üzereydi.
Montag, demek ki oyun tekrar başlıyor, diye düşündü. Savaş bir saat önce başlamoş bile olsa...
Hiç kımıldamak istemeyerek ekrana bakıyordu. Sanki kendisiyle hiç ilgisi olmayan bir gösteri seyreder” gibiydi.
Bütün bunların hepsi benim için, diye düşünerek içini çekti.
Eğer arzu etseydi, burada oturur, mekanik köpeğin izini takip etmesini ekrandan seyredebüirdi. Mekanik köpek orada, burada yolu geçecek, ara sokağa dalacak, yanmakta obn Bayon Black'in evine gelecek, sonra tekrar ilerleyerek Faber 'in laapısında duracak, sonra pencereden kendisini bırakacaktı. Bütün bunları ekrandan izlemesi mümkündü. Hatta isterse, pencereyi açabilir ve mekanik köpeğe bakabilirdi. Aym zamanda ekranı da izleyebilirdi. Şehirde bulunan evlerin büyük salonlarındakı duvar tele* vizyonlarında tam boyda ve renkli olarak görüleceğini biliyordu. Acaba bir de nutuk verebilir miydi? O kadar vakti olacak mıydı?
— 125 —
Mekanik köpek üzerine atladığı zaman bütün şehir halkı, on, yirmi belki otuz milyon insan kendisini televizyonda seyredebilecekti. Mekanik köpek, kendisini pençeleri arasına sıkıştırarak uzaklaşacak, karanlıkta kaybola^ çaktı. Ama bunu görmesi mümkün olmayacaktı. Acaba bütün bu insanları gaflet uykusundan tek kelimeyle nasıl uyandırabilirdi?
Faber:
— îşte, diye fısıldadı.
Helikopterden madeni, fosfor gibi parlak bir cisim çıktı. Köpek, yangın kalıntısının yanında durdu. Adamlardan biri, aüev makinesini getirip mekanik köpeğin burnunun dibine koydu. Buhar tuşlamasını andıran bir ses duyuldu.
Montag, başını sallayarak yerinden kalktı ve kadeh-de kalan içkisini bitirdi.
— Artık vakit geldi, bunun için özür düerim.
— Ne için? Benim iğin mi? Evim için mi? Her şeyi hakettim, kaç. Belki onları burada oyalayabilirim...
— Dur bir dakika kimliğinin açıklanmasına lüzum kalmayabilir. Benim gidişimden sonra, yatak Örtüsünü, koltuğu yak. Mobilyaların üzerini alkodle siL Holdeki iki halıyı yak. Kapı tokmaklarını alkolle temizle. Hava değiştirme tertibatını sonuna kadar aç. Gerekirse fitil kullan. Bahçe sulama fıskiyesini mümkün olduğu kadar aç. Kaldırımları suyla yıka. Belki izimi burada kaybettirebiliriz.
Faber başını salladı.
— Durumu idare edeceğim. îyi şanslar. Eğer sağlığımız yerinde olursa, gelecek hafta, ondan sonraki hafta, benimle bağıntı kur. Genel Ulaşım, St. Luois. Bu sefer kulaklıkla seni izlemem mümkün olmayacak. İkimiz için
— 126 —
de iyi olurdu, ama elimdeki malzeme kısıtlıydı. Anlıyorsun ya, günün birinde kullanabileceğim hiç aklıma gelmemişti. Ne aptal bir ihtiyar. Düşünememiştim. Aptal, aptal î Bu bakımdan elimde başka yeşil kapsül yok. Haydi, şimdi yola çık.
— Son bir şey. Çabuk î Bir bavul, küçük ve en kirlisi olsun. Bütün kirli çamaşırlarını doldur. Eski olursa iyi olur. Kirli çoraplarını, gömleklerini falan.
Faber bir dakika sonra geri geldi. Karton valizi bantla yapıştırdılar.
— Eski, Bay IHaber'in kokusunu içerde tutmak içia tabiî, dedi.
Montag, valizin dışına viski döktü.
— Köpeğin iki kokuyu birden almasını istemiyorum. Viskiyi alabilir miyim ? Daha öorira ihtiyacım olabilir. Bunun işe yarayacağını umarım. El sıkıştılar, Mcmtag kapıdan çıkarken televizyon ekranına bir göz attı. Mekanik köpek iz üzerindeydi. İlk ara sokağın karanlıklarına doğru kcguyordu.
— Yolun açık olsun!
Montag, arka kapıdan çıkıp elindeki hafif valizle koşmaya başladığı zaman, sulama fıskiyesinin hışırtılı sesini duydu. Yağmur gibi yağan su kaldınm,ı yıkayarak mazgal deliğinden akıyordu. Hatta yüzüne bile bir iki su sıçratmış ti. îhtiyann, arkasından seslendiğini duyar gibi oldu. Fakat emin değildi.
Mümkün olduğu kadar hızla nehre doğru koşmaya başladı.
* **
Montag koşuyordu.
Mekanik köpeğin, soğuk rüzgâr altında koştuğunu
— 127 —
hissedebiliyordu. Köpek ne bir hışırtı yapıyor ne de kimseye varlığını belli ediyordu. Sadece koşuyor, koşuyordu... Montag, göğsündeki tazyikin arttığını fark etti.
Nefes almak için durdu, önünden geçtiği evlerini pencerelerinden içeri göz atıyor ve büyük salon ekranlarında mekanik köpeğin hareketlerini izliyordu. Köpek, Elm Terace'ı, LincolnJu, Oak, Park'ı geçmiş ara sokaktan Fa-ber'in evine doğru koşuyordu.
Montag, durmadan geç, diye düşündü. Durma, durma koş_
Salon ekranında görünen Faber'İn evi. Bahçedeki fıskiyeler sonuna kadar açılmış, sanki yağmur yağıyor.
Köpek titreyerek durdu.
Hayır! Montag, pencerenin pervazına tutundu. Buraya! Buraya!
Procaine iğnesi girip çıktı. iğnenin ucundan beyaz bir damla köpeğin madeni burnuna damladı,
Montag göğsü sıkışarak nefesini heyecanla tuttu.
Mekanik Köpek döndü ve Faber'İn evinden uzaklaşarak tekrar ara sokağa daldı.
Montag, başını kaldırıp gökyüzüne baktı. Helikopterler oldukça yaklaşmıştı.
Montag, yine kendisine geliyordu. Başkasının televizyon ekranında seyrettiği oyun kendi oyunuydu. Büyük bir satranç oyununa girişmişti ve oyunu adım adım takip ediyordu.
Sc*a evin penceresinden ayrılmak için kendi kendisini uyardı. Yine nehire doğru koşmaya başlamıştı. Bir ara sokak, başka bir cadde, sonra nehrin kokusu. Ayaklan mümkün olduğu -adar sesniz basıyor, bacakları mümkün olduğu kadar uzun açılıyordu. Eğer kameraya yakalanacak olursa milyonlarca Montag koşarken ekranlarda görünecekti. Şu onda peşinde yirmi milyon mekanik köpek
—. 128 —
ı * i
koşuyordu. Bütün evlerin duvarlarında, mekanik bir canavar vardı.
Montag, .kulak radyosunu kulağına taktı, —. Polis, Eİm Terraee bölgesindeki halktan şunu istiyor: Her evdeki, her kişi kapısını penceresini açsın pencerelerden dışarıya baksm. Eğer herkes aynı anda evlerinden dışarıya bakacak olursa kaçak daha gizli kalamayacaktır. Hazır mısınız?
Tabiî! Bunu neden daha önce düşünememişlerdi! Neden bu kadar yü\ bu oyunu uygulamamalardı! Herkes uyansın, herkes dışarı baksın! Kimseye görünmeden ge-. çemezdi! Şehrin tenha sokaklarında koşan sadece kendisiydi, bacakları ağrıyan sadece kendisiydi,
— Ona kadar sayılacak. IJir! iki! Montag, şehirin uyandığını hissetti.
— Üç!
Şehrin binlerce kapıya dönüştüğünü hissetti.
Daha hızlı! Bacaklar daha uzun açılsın!
—¦ Dört!
İnsanlar uykulu uykulu koridorlarda yürüyorlar.
—Beş!
Ellerin kap tokmaklarını tuttuğunu hisesetti.
Nehrin kokusu serindi. Gırtlağı kurumuş, gözlerinden ip gibi yaş akıyordu. Koşmaktan gözleri sulandı. Bağırda sanki bağırışından güç alıyordu. Son bir yüz metre kalmıştı.
—Altı, yedi, sekiz!
Beş bin kapının tokmağı döndü.
— Dokuz!
Son dizi evlerin önünden hızla geçti. Yokuş aşağı, kütle halinde akan suya doğru koştu-
— On!
Evleri kapılan açıldı.
— 129 —
Binlerce, onbitılerce gözün (sokaklara, bahçelere baktığm tahayyül etti.
Fakat nehre ulaşmıştı.
Gerçek olduğuna inanmak için, elini suya soktu. Sonra beline kadar suya girdi ve soyunmaya başladı. Vücudunu, kollanın, bacaklarını soğuk, suyla oğuşturdu; biraz su içti, burnuna çekip temizledi. Sonra tekrar kıyıya çıkıp Faber'in eski elbisesini giydi. Kendi elbiselerini akıntıya bıraktı ve uzaklaşmalarını seyretti. Sonra, valizi eline alarak nehrin içinde yürüdü, ayaklan yerden kesilince karanlıkların ortasında sürüklenmeye başladı.
**
Nehrin aşağısına doğru yüz metre ilerlemişti ki, mekanik köpek nehrin kıyısına geldi. Yukarda helikopterin büyük pervanesi uğultuyla dönüyordu. Suyun üzeri gündüz gîbi aydınlanınca Montag hemen daldı. Nehir tarafından aşağılara doğru sürüklendiğini hissediyordu.
Işık tekrar karaya doğru döndü ve helikopter şehre yöneldi. Sanki başka bir iz bulmuşlardı. Mekanik (köpek gözden kaybolmuştu. Montag, karanlık içinde tek başına kalmıştı; mekanik köpekten, takipten kurtulmuş akıntıda sürüklenip duruyordu.
Sanki arkasında bir aahne dolusu artist bırakmış gibi hissediyordu. Sanki peşinde bir sürü hayal vardı. Gerçek olmayan korkulu bir yerden gerçek olan korkusuz bir yere hareket ediyordu.
Karanlık kara parçayı gözlerinin Önünden kayarak geçiyordu. Daima dağlann, vadilerin araşma doğru sürükleniyordu. Yıllardan beri ilk defa yıldızları böylesine parlak görüyordu. Sanki elini uzatsa onları tutacakmış gibi yalan görünüyorlardı,
— 130 —
Elindeki valiz ıslanıp battığı zaman sırt üstü sürükleniyordu. Nehir, gölgeleri gıda diye kullanan insanlardan kaçarmış gibiydi. Sesiszlik içinde akıp giderken, beraberinde sürüklediği şeylere imkân tanıyabiliyordu. Monfcag, kalp atışlarını bile duyabiliyordu. Düşünceleri de nehir gibi sakin akmaya başlamıştı.
Ay m, çok alçak olduğuna dikkat etti. Ay, ışığım nereden alıyordu ? Tabiî ki güneşten. -Peki, güneşi aydınlatan neydi? Kendi ateşi. Ve güneş her gün yanıyor, yanmaya devaın ediyordu. Güneş ve zaman. Güneş ve zaman bera-yanıyordu. Yanma. Nehir yavaş yavaş sürüklüyordu, Yanma. Güneş ve yeryüzündeki her saat. Hepsi birleşip tek bir düşünce halini alıyordu. Uzun zaman karada ve kısa zaman nehirde yüzdükten sonra bir daha yamnama-sı gerektiğine karar verebiliyordu.
Güneş her gün yanıyordu. Zamanı da beraberinde yakıyordu. Dünya ekseni etrafında dönüyor, yıllan ve yıllarla beraber insanları yakıyordu. Bu bakımdan, şeyleri itfaiyecilerle birlikte yakacak olursa, güneş de zamanı yakacaktı; bu da demekti ki, her şey yanmaya mahkûmdur.
Onlardan biri yanmaya durdurmalıydı, Güneş yanmak zorundaydı. Bunun için yanmayı durdurmak Mon-tag'a düşüyordu. Tasarruf yapmak da şarttı. Birisinin tasarruf yapması gerekliydi. Kitapların, kayıtların, şu veya bu şekilde saklanması lâzımdı.
Topuklarının nehrin yatağına dokunduğunu hissete ti. Nehir onu kıyıya sürüklemişti,
. Simsiyah, büyük kütleye baktı. Tepeler, ormanlar, çimenler kendisini bekliyor gibiydi.
Nehrin güven verici suyundan ayrılmak istemiyordu. Mekanik köpeği karada bulabilirdi. Ağaçlar birden helikopterlerin pervanelerinden çakan üzgârla samla bilirdi..
— 131 —
Fakat etrafta sadece Sonbahar rüzgârı vardı. O da nehir gibi yalnız di. Mekanik köpek neden koşmamıştı ? Neden anama karaya doğru sürüklenmişti
Montag, bütün gücünü kulaklarına vererek dinledi.
Etrafta derin bir sessizlik vardı hüküm sürüyordu.
Millie, diye düşündü. Bütün ülke burada. Dinle! Hiç bir şey, hiç bir şey yok. Öylesine sessiz, ki, Millie, acaba sen nasıl karşılardın? Sus, diye hayk:rır miydin? Ah, Millie, Millie. Montag, birden çok üzgün olduğunu fark etti.
Millie, burada değildi. Mekanik caaıavar burada değildi. Uzaklardan gelen kuru ot kokusu Montag'ı kıyıya doğru çekti. Çok küçükken ziyaret ettiği bir çiftliği hatırladı. Orada kuzular otluyor, domuzlar başı boş dolaşıyor, güneş her tarafı kavuruyor, horozlar alabüdik-lerine ötüyorlardı. Dağların yamaçları rengârenk çiçeklerle süslüydü.
Şimdi, kuru ot kokusu, sakin bir çiftliğin samanlığında, gürültülü kara yolundan uzakta uyumak arzusunu doğuruyordu. Bir çiftliğin yüksek ısamanhğma tırmanacak ve bütün geceyi hayvanların, böceklerin, rüzgarın sesini dinleyerek geçirecekti.
Bütün geceyi tahayyül edip durdu. Ayak seslerini duyacak, başım kaldırıp bakacak, kimıseyi göremeyince tekrar başını samanların üstüne koyup yatacaktı. Sonra çiftük evimin ışıklarının döndüğünü görecek »karanlık penceresinin önünde saçlarını Ören genç kadını düşünecekti.
Kadını görmek sor olacaktı, fakat yüzü, geçmişte kalan kızın yüzünü andıracaktı. Havayı, suyu tanıyan, karahindibanın nasıl bir çiçek olduğunu bilen bu kızı çok arayor, özlemini çekiyordu.
Sabahleyin uykusuzluğunu hiç hissetmeyecekti, çünkü, bütün gece gözleri açık olduğu halde dinlenmiş oia-
— 132 —
cakü. Pembe sabahın erken saatinde samanlığın merdiveninden yavaş yavaş inecekti,
Merdivenlerin ayaklarında buz gibi taze süt, elma ve armut bulacaktı.
İşte Montag, bütün bunların özlemini çekiyordu. Nihayet, dünya kendisine düşünmek fırsatını veriyordu.
Bir bardak süt, elma ve armut.
Nehirden çıktı.
Burnuna bin bir çiçek kokusu geliyordu. Rüzgâr oldukça serin sayılırdı, ama Montag üşümüyordu.
Birden karanhktan ürktü,
Önündeki karalık duvarın öetesinden bir fısıltı duydu. Bir şekil! iki parlak göz! Gece ona bakıyor gibiydi. Orman onu görüyordu.
Mekanik Köpek!
Bu kadar koşmadan, yorulmadan, terlemeden, bu kadar çalışmadan sonra; kendini tam rahat ve korkusuz hissedip karaya çıktıktan sonra; rahat bir nefes alacağı yerde...
Mekanik Köpek!
Montag, artık dayanamayarak müthiş bir çığlık attı.
Şekil birden gözden kayboldu. Gözler karanlıkta eriyip bitti. Yapraklar kuru yağmur gibi yağdı.
Montag, vahşi güzellik içinde yalnız kalmıştı,
Bir geyik. Ağır hayvan kokusunu duyuyordu. Ağaçlar yaklaşıp yaklaşıp uzaklaşıyordu. Sanki her ağaç Mon-tag'ı kucaklamak için kollarım açmıştı.
Yerde belki milyonlarca-kuru yaprak vardı. Yaprakların arasında ayaklarını sürüyerek, onların hjşırtanı dinleyerek dolaştı. Havada kesilmiş patates kokusu vardı. Bu kokuya başka kokular da karışıyordu. Yere çömelip ellerini yerde dolaştırdı. Parmaları küçük, küçük fidelere
— 133 —
dokundu. Fidelerin yapraklarını parmaklarının arasında oğugturarak derin derin kokladı, taze yaprak kokusunu ciğerlerine kana kana çekti.
Bir çocuk kadar neşeliydi. İçinden bol bol îığlamak, haykırmak geliyordu.
Kollarını yana açarak derin nefes aldı; ne kadar derin -nefes alırsa çevresindeki araziyi o kadar iyi tanıyacağına inanıyordu, içi boş değildi. îçüıi dolduracak yeteri kadar şey vardı. Zaten her zaman, her şey onun için yeterli değü miydi?
Bacakları titreyerek kuru yaprakların üstünde yti-rudu.
Tamamen yabancı olduğu bir yerde kendisini hiç de yabancı hissetmiyordu.
Ayağı bir cisme çarptı. Tok bir ses çıktı.
Yere çömelip elini bu şeyin çevresinde dolaştırdı, parmaklarıyla hissetti.
Demiryolu!
Şehirden gelen demiryolu ormana doğru uzanıyordu. Raylar artık paslanmıştı. Eğer aldanmıyor sa demiryolu uehire paralel olarak uzanıyordu.
îşte gideceği yolu bulmuştu artık. Paslı demirler sanki onun için bir ıkurtuluş yoluydu. Bunu bütün benliğinde hissedebiliyordu. Onların soğukluğunu parmaklarının ucunda hissetmesi bile içini güvenle d olduruyordu.
Yerinden doğrulup yaprakların kokusunu içine bir kere daha çekti.
Demiryolunu izleyerek yürümeye başladı.
îspatlayamadığı tek gerçeği birden kavramasına çok şaşıyordu.
Bir zamanlar, uzun bir süre önce, Clarisse de buralarda dolaşmış, şimdi yürüdüğü yerde yürümüştü.
— 134 -—
, .*
Yartm saat. sonra,* soğuk iliklerine kadar işlemişti. Bütün vücudu titriyordu. Bacaklarının kütük gibi şiştiğini, yükünün donduğunu hissediyordu. Soğuktan kulakları uğuldamaya bağlamıştı.. Nihayet, bir kamp ateşinin par-lakhğiBi, karanlıkta doğan ve gittikçe büyüyen bir yıldız gibi gördü.
Alevler, göz kırparmış gibi kaybolup tekrar görünüyordu. Sanki nefes alışlarıyla ateşi söndürecekmiş gibi korkarak durdu. Fakat ateş yerinden kımıldamadan duruyordu. Yorgun bir tavırla o tarafa doğru yürüdü. Ateşe yaklaşması on beş dakika kadar sürdü. Ağaçların koyu gölgelerine sinerek baktı. Alevleri arada sırada yükselip alçalan bu parlaklığın Montag için bambaşka anlamı vardı.
Ateş yanmıyor. ısıtıyordu,
Ateşe doğru uzanmış birçok el gördü. Gördüğü ellerin kolları yoktu karanlığa saklanmışlardı. Ellerin üst kısımlarında sadece ateşin parlaklığına yansıtan donuk çehreler vardı. Ateşin böyle görünebileceğini şimdiye kadar hiç düşünmemişti. Ateşin, aldığı kadar verebüdiğini hayatı boyunca tahmin bile etmemişti. Hatta kokusu bile çok değişikti.
Ağacın altına, ne kadar durdutunu bilmiyordu, ama kendisini ateşe doğru yaklaşan bir hayvana benzetiyordu. Gözleri ıslak, burnu kuru bir hayvan; Çevresini kontrol ederkert ateşin kokusunu da bol bol içine çekiyordu. Damarlarındaki kanın bile yaprak kokacağına yemin edebilirdi.
Adamların yüzl erindeki sesizlik ateşe de geçmiş gibiydi. Konuşmadan çömehniş ellerini ısıtmaya çalışıyorlardı. Değişik olan sâdece ateş değildi. Değişik olan sessizlikti. Montag, bütün dünyayı ilgilendiren bu sessizliğe doğru yumdu.
Sonra konuşmalar başladı. Sanki herkes bir ağızdan
— 135 ¦—
konuşuyordu. Her taraf konuşma sesleriyle dolmuş gibiydi. Her şeyden söz ediliyor, her şey konuşuluyordu. Konuş-rnalardaki merak ifadesini hayretle düşündü.
Ve adamlardan biri başını kaldırıp belki yedinci defa baktı. Sonra bir ses Montag'a bağırdı.
— Tamam artık, meydana çıkabilirsin! *Montag, \gölgelere doğru çekildi.
Ses;
— Tehlike yok, dedi. Aramıza hoş geldin.
Montag, ağır ağır ateşe doğru yaklaştı. Ateşin çevresinde oturan beş ihtiyar koyu pantolon ve gömlek giymişti, Montag, ne söylemesi gerektiğini kestiremiycrdu.
Küçük grubun lideri gibi görünen adam:
—¦ Otur, dedi. Kahve ister misin?
Montag, koyu sıvının teneke bardağa dökülüşünü bü-yüleıon-urj gibi sesini çıkartmadan seyretti. Adam kahve bardağını eline tutuşturdu. Kahvesini yudumlarken ihtiyarların merakla kendisini süzdüğünü hissediyordu. Mon-tag'm dudaklara yanıyordu, ama kahve içini ısıtıyordu ve dudaklarının yanmasına aldırmıyordu. Çe^Tesindeki yüzlerin hepsi sakallıydı. Fakat sakalları muntazamdı; adamların elleri tertemizdi. Bîr konuğu karşılamak için hepsi ayağa kalkmıştı. Şimdi tekrar otunıyarlardı.
Montag kahvesini tekrar yudumladı.
— Teşekkür ederim, dedi. Çok teşekkür ederim.
— Hoş geldin, Montag. temim Granger.
İçinde renksiz bir sıvı olan. küçük bir şişe çıkarıp Montag'a usattı.
—Bunu da iç. Terlemenin kimyasal yapısını değiştirecektir1. Bu dakikadan yarını saat sonra iki değişik insan * gibi kokacaksın. Peşinde köpek olduğuna göre şişedeki sıvının hepsini içsen iyi olcak.
Montag, acı sıvıyı sonuna kadar içti.
— 136 —
Granger:
—Erkek aslan gibi kokacaksın, ama önemi yok, dedi.
— İsmimi biliyorsunuz.
Granger, başıyla, ateşin yanında duran pilli, portatif televizyon cihaznnı işaret etti.
— Takibi seyrettik. Nehrin Güney bölümüne geleceğini tahmin ettik. Anasını keybetmis bir geyik yarusu gibi ormanda dolaştığını işitince her zanaat olduğu gibi yine salannıadık. Helikopter kameralarının tekrar şehre çevrilmesinden senin nehirde olduğunu anladık. Garip şey. Takip hâlâ devam ediyor. Tabiî, tamamen başka yönde.
— Başka yönde mi?
— Seyredelim.
Granger, televizyonun düğmesine dokundu. Kartpostal büyüklüğünde bir görüntü meydana geldi. Bir ses haykırdı.
— Takip şehrin Kuzeyine doğru devam ediyor. Polis helikopterleri Elnı Grove Park Meydanı üzerinde uçuşuyor.
Gmnger başını salladı.
— Numara yapıyorlar. Onları nehrin kenarında atlattın. Bunu itiraf edemiyorlar. Seyircilerini ajîicak böylelikle tutabileceklerini düşünüyorlar. Gösterinin başa-nsız sonuç ¦onmaması gerekiyor. Nehri aramaları bütün gece sürebilirdi. Bu bakımdan »seyirciyi oyalıyorlar. Seyret. Beş dakika sonra Montag'ı yakalamış olacaklar.
— F&kat nasıl...
— Seyret.
Helikopterin tam göbeğinden sarkan kamera boş bir caddeyi gösterdi.
— 137 —
Granger:
— Anlıyor musun?, diye fısıdadı. Yakalanan sen olacaksın, bu caddenin sonunda kurbanımızı bulacağız. Kameranın nasıl yaklaştığına dikkat ediyor musun? Sahneyi hazırlıyor. Kuşkuda. Uzun bir atış. Tamam, şimdi' sırası. Zavallı bir adam kaldırımda yürüyor. Garip biri. Polis böyle kimselerin yapacaklarını bilir. Bazı adamlar gece yürüyüşlerine çıkarlar. Naraü olsa polis o adamı haftalardır, aylardır gözüne kestirmişti. Bu bilgmin no zaman değerlendirileceği bilinmez. Ve bugün, çok uygun görünüyor. Bak.,.
Ateşin çevresindeki adamlar ekrana doğru uzandılar.
Adam bir köşeyi döndü. Mekanik Köpek birden mey: dana çıktı. Helikopterlerin projektörleri adamın çevresini gündüz gibi adınlattı,
Bir ses haykırdı:
— îşte Montagî Arama tamamlandı.
Şaşkın adam parmaklarının arasındaki yanık sigarayla durdu. Ne olduğunu anlamadan Mekanik Köpeğe baktı. Muhtemelen bu canavarı hiç görmemişti. Gökyüzünü çınlatan sirenleri daha iyi duymak istermiş gibi başını kaldırıp baktı. Kamera aşağı doğru hızla kaydı. Mekanik Köpek havaya doğnı sıçradı. İğnesi dışarı fırlamıştı. Sanki seyircilerin iyice görmesine fırsat vermek istermiş gibi bir an havada asılı kaldı.
Göklerden bir ses:
—¦ Montag, kımıldama^ dedi.
Mekanik Köpek adamın üzerine düşerken kamerada iyice yaklaştı. Her ikisi de aynı anda hareket etmişti. Kurban canavarın pençeleri arasında kıvranıyordu. Adam haykırdı, haykırdı, haykırdı!
Ekran karardı.
_ 138 —-
Sessizlik,
Karanlık.
Mootag kendisini tutamayarak haykırdı ve gözlerini kapadı.
Sessizlik.
Adamlar donuk çehreleri ateşe dönmüş otururlarken karanlık ekrandan bir ses yükseldi.
— Arama bitmiştir. Montag öldü. Topluma karşı işlenen bir suç böyle cezasını buldu.
Karanlık.
— Şimdi sizlere bir eğlence...
Granger, televizyonun düğmesine tekrar dokudu.
— Adamın yüzünü kamerada göstermediler. Fark ettin mi? En iyi arkadaşın bile o adamm sen olup olmadığını söyleyemezdi.
Montag sesini çıkarmadı, fakat titreyerek yerine oturdu ve gözlerini ateşe dikti.
Granger, Montag'in koluna dokundu,
— Ölümden geri döndüğün için hoş geldin. Montag başıyla evetledi,
Granger devam etti. -
— Bizi artık tanımış olmalısın. Fred Clement, Cam-bridge Atom Mühendislik Okulu olmadan önce üniversitede Thomas Hardy'nin şimdi işgal ettiği başkanlık koltuğunun esld sahibi. Doktor Sİmmons, Ortega Gasset'te nıütahassıs. Profesör West, uzun çalışmaları ve araştırmaları var. Yıllar önce Colombia Üniversitesinde öğetim üyesiydi. Rahip Padover, otuz yü kadar Önce eğitim yapardı ve bir Pazar günü kaybetti. Bir müddetten beri bizimle beraber. Ben. Eldivendeki Parmak adında bir kitap yazdım; Kişi ile Toplum arasındaki doğru ilişkiler hakkında. Ve ben de buradayım! Aramıza hoş geldin, Montag!
— 139 —
Montag nihayet sesini bulabildi.
— Size dahil olamam. Yaptıklarımın hepsi budalaca şeylerdi.
— Biz bunlara alışkınız. Hepimiz doğru olan hatalar yaptık. Aksi takdirde burada olmayacaktık. Ayrı kişiler halindeyken hepimizin başından bazı olaylar geçti. Yıllar önce kitaplığımı yakmaya gelen bir itfaiyeciyi vurdum ve o zamandan beri kaçıyorum. Bize dahil olmak ister misin, Montag?
— Evet:
— Teklifin nedir?
— Hiç bir şey. Belki bir reform peşinde koşuyordum, ama şimdi hiç bir şey değilim. Bir din kitabının parçasına sahip olduğumu düşünüyordum. Şimdi o bile bende değih
—Nerede?
Montag, basma dokundu.
— Burada.
Granger, anlayışla gülümsedi,
— Ah, anlıyorum!
— Yan lig mı? Hatalı mı konuştum?
— Hatalı olur mu! Fevkalâde! Granger, Rahip'e döndü.
— Din kitabınız var mı?
— Bir kişi Youngstovvaı'da Harris adında bir adam. Granger, Montag'ın omuzuna sarıldı,
— Montag, dedi. Dikkatli yürü. Sağlığına dikkat et. Eğer Harris'e bir şey olursa,din kitabı sen olacaksın. Görüyorsun ya son dakikada ne kadar önemli bir kişi oldun!
— Fakat unuttum!
— Hayır, hiç bir şey kaybolmaz. Düşüncelerini top-layabilmen için bazı usullerimiz var.
— Fakat hatırlamaya çalıştım!
— 140 —
— Çalışma. İhtiyacımız olduğu zaman hatırlayacaksın. Hepimizin zekâsı fotoğraf makinesi gibidir. Bütün hayat boyunca öğrendiklerimizin hepsinin fotoğrafı çekilmiş, kafamızdadır. SimmcöiS, bunun üzerine tam yirmi yıl çalışmış ve şimdi bir kere okunan şeyin nasıl hatırlanması gerektiğini biliyoruz. Montag, bir gün Plato' nun Cumhuriyet'ini okumak isteri misin
— Tabiî.
— Platonun Cumhuriyeti benim. Marcus Aurelius'u okumak ister misin? Marcus de Simmons'dur.
Bay Simmons:
— Nasılsınız?, diye sordu. Montag:
— Merhaba diye cevap verdi.
— Eğer Jonathan Swift*Ie tanışmak istersen, şu politik kitabın yazarı, Gulliver'in Seyyahatleri! Diğer kişi» Charles Darvin'dir. Schopenhauer, Einstein. Dirseğimin dibindeki ise Bay Albert Schweitzer; muhakak ki çok in-ce bir filozoftu. HejHmiz buradayız. Montag. Aristophanes, Mahatma Gandhi, Gautama Buddha, Konfiçyüs, Thomas Love Peacock, Thomas Jeffersan, Bay Lincoln... Aynı zamanda Matthew, Mark, luke ve John da olabiliriz.
Herkes sessizce güldü.
Montag:
—- Olamaz, diye fısıldadı.
Granger gülümseyerek:
— Olur, dedi. Biz kitap yakıcılarıyız. Kitapları okur ve yakana. Kitapların bulunmasından korkarız. Mikro filim çekmenin faydasını göremedik. Daima yolculuk ediyoruz, mikro filmi gömdükten sonra tekrar dönüp alamayız . Ayrıca, daima bulunmaları ihtimali vardır. Kimsenin uşkulanmayacağı kafalarımızda tutmak çok daha iyi oluyor. Bizler tarihiz.1 Bütün yazarlar ve yazdıkları
— 141 —
renkli eserler kafamızda, Montag. Ne düşünüyorsun, kararın nedir?
—Kendi düşünceme göre hareket ederek kitapları bir itfaiyecinin evine saklayıp onu ihbar, etmek yaahş bir hareketti.
— Yapmak zoruda, olduğun şeyi yaptın. Düşüncen çok yerinde. Uygulaması da iyi. Fakat bizim yolumuz d&-ha aydınlık ve iyi düşünebiliyoruz. Bütün arzumuz g\i-nun birinde ihtiyacımız olabilecek bilgileri saklamak. Kimseye karşı Öfke duymuyor, kimseye kızmıyoruz. Eız ölürsek, bizimle beraber bilgi de ölecek. Model vatandaşlarız, kendimize göre tabiî. Eski yollarda dolaşıyor, dağlarda yatıyoruz ve şehir halkı bize dokunmuyor. Arada sırada durdurulup aranıyoruz, ama üzerimizde suç olabilecek bir şey taşımıyoruz. Örgüt son derece gevşek ve dağılmaya yüz tutmuş. Bazılarımız plâstik ameÜyat olduk ve parmak izlerimizi değiştirdik. Şimdi korkuaıç bir işimiz var. Savaşın başlamasını ve çabuk bitmesini beklyoruz. Hoş bir arzu olmasa da yapacak başka şeyimiz yok. Sadece haksızlığa karşı «essiz feryat eden azınlığız. Savag son bulunca/ belki dünyaya bir yararımızı dokunabilir.
— O zaman dinleyeceklerini düşünüyor musun?
— Dinlemezlerse, yine bekleyeceğiz* Kitaplarımızı çocuklarımıza aktaracağız. Kelimelerle, ağızdan ağıza, Bu takdirde bizim yerimize çocuklarımız bekleyecek. Tabiî, çok kaybımız olacağı gerçek. Fakat insanlara söz geçirmek bazen mümkün olmuyor. Kendiliklerinden bize gelmeleri lâzım. Bu böyle devam edemez. Bir gün. gelecek dünyanın ayaklarının* dibinde neden göçüp gittiğini merak edecekler.
— Hepiniz kaç kişisiniz?
— Yollarda binlercemiz var. Hepimiz ayaklı kitaplık gibi dolaşıyorum. Her kişinin hatırlamak istediği bir kitabı var. Önceleri böyle planlanmıştı. Yirmi yıl süresin-
¦ — 142 —
de birbirimizle tanıştık. Dünya üzerindeki kimseye karşı üstünlük taslamıyoruz. Ceplerde dolaşan kitaplardan daha önemli kişiler değiliz. Basılarımız küçük kasabalarda oturuyorlar,
Montag sordu,
— Bu akşam ne yapıyoruz? Granger:
— Bekliyeeeğiz, dedi. Sadece bir ihtimale karşüık biraz daha aşağıya doğru kayacağız.
Granger, ateşe toprak atarak örtmeye başladı.
Diğerleri, Montag ona yardım ettiler. Büyük bir sessizlik içinde ateşin örtülmesine elleriyle yardımcı oldular.
* **
Yıldızların ışığı altında nehrin, enatında durdular.
Montag, su geçirmez saatinin fosforlu kadranına baktı. Beş- Sabahın beşi. Tek bir saatle bir yıl daha geçiyor ve gün, nehrin karşı sahilinde bekliyordu.
Montag:
—Bana neden itimat ediyorsunuz?, diye sordu. Karanlıkta adamın biri kımıldandı,
— Görünüşün yeter. Son zamanlarda aynaya hiç bakmadın. Bundan başka bizi de senin gibi şehirde istemiyorlar. Birkaç kişinin kendüerine zararlı olabileceğini düşünmedikleri gibi, biz de birkaç kişinin bize zararlı olabileceğini düşünmüyoruz. Hayır, şehirlerden hoşlanmıyoruz ve senin görünüşün de şehire uymaz.
Güneye doğru yürüyerek nehrin kıyısında üerlediler. Montag, ateşin çevresinde gördüğü yüzleri hatırlamaya çalıştı. Bu yüzler yorgun hatlar k doluydu. Oysa, yüzlerinin bilgi ışığıyla pırıl pırü yanacağım umuyordu. Ancak,

— 143 —
yüzlerindeki ışık sadece yanan ateşten geüyordu, onlann da diğer insanlardan farkı yoktu.
Yürürken Montag, ihtiyar çehreleri teker teker gör-meye gayret ediyordu.
Biri:
— Bir kitabın iyi veya kötü olduğunu kapağına bakarak söyleyemezsin, dedi.
Yürüyüşlerine devam ederken hep birlikte sessiz kahkahalarla güldüler. ^
**
Keskin çığlıklarla geçen jetler adamların başlarım kaldırıp bakmasına fırsat kalmadan uzaklaştılar. Montag, nehrin çok üst kısmında kalan şehir yönüne baktı* Sadece hafif bir parıltı görebiliyordu.
— Karım şehirde.
— Böyle olmasına üzüldüm. Şehirler birkaç gün için sağlıklı olmayacak.
Konuşatn Granger'di.
Montag:
— Gariptir ki onu özlemiyorum, dedi. Biraz önce ölse dahi umun-omayacağımı düşünmüştüm. Üzüldüğümü de hissetmiyorum. Doğru değil, İçimde bir kötülük olması gerekiyor.
Granger, Montag'm koluna girerek onunla beraber yürümeye başladı. Arada sırada ağaç dallarını çekerek geçmesi için. biraz geride kalıyordu.
— Bak, dedi. Ben çok küçükken büyükbabam öldü. Heykeltraşmış. Aynı zamanda dünyaya bir şeyler verebilmek çabasında olan bir adamdı. Bize küçük küçük oyuncaklar yapardı. Hayatı boyunca milyonlarca şey yapmış. Ellerini hiç bir zaman boş görmemiştim, daima bir
— 144 —
©eylerle uğraşıp durdu, öldüğü zaman arkasından ağlamadığımı fark ettim. Fakat, artık heykel yapamayacağı için ağladım. Bize verecek bir şeyi olmadığı için göz yaşı döktüm. Bizim bir parçamız halindeydi. Öldüğü zaman sanki her şey onunla birlikte ölmüştü. Önemli kişiliği vardı. Ölümünü bir türlü hatmedemedim. Ekseri, onun ölümünden sonra dünyaya eser verebilecek kimsenin kalmadığını düşünürdüm. Dünyaya şeklini veriyordu. İşte dünya her §eyden mahrum kalmıştı.
Montag, sessizce yürüyordu.
¦-— Millie, Millie, diye fısıldadı.
— Ne dedin?
— Karun, karım. Zavallı Millie. Hiç bir şey hatırlayamıyorum. Ellerini düşünüyorum, ama bir şeyle uğraştığını hatırlayamıyorum. Ellerini ya kucağında tutardı, ya da yanına sarkıtırdı. Bazen parmaklarının arasına bir sigara sıkıştırdığını görürdüm.
Şehire ne verdin, Montag?
Kül.
Diğerleri birbirlerine ne verdiler
Boşluk,
Granger de Montag'la beraber durmuş geriye bakıyordu.
—Büyükbabam derdi ki, Ölen herkes ardında bir şeyler bırakmalıdır. Bir çocuk, kitap, ev.,, herhangi bir şey, Ya da ekili bir çiçek bahçesi. Elinin dokunduğu bir şey bırakmalı. Ona dokunan kimse senin varlığını hissetmeli.
Granger, Montag'ın kolunu bıraktı.
¦— Bundan elli yıl önce büyükbabam banaV-2 roketlerinin filmini göstermişti. Gökyüzünde iğneden farksız görünüyordu. Büyükbabam, insanlar için dünyada çok az yer vardır, derdi. Anlıyorsun, ya?
Granger, Montag'a döndü.
— 145 —
— Büyükbabam öleli yıllar oluyor, ama kafamı açıp bakacak olursan orada onun bir abidesini bulursun. Her zaman bana dokunduğunu hissederim.
Montag:
— Bak!, niye haykırdı.
Ve savaş başladı, göz açıp kapayıncaya kadar kısa> bir zamanda son buldu.
Daha sonra, Montag'm etrafındakiler gerçekten de bir geygörüp görmediklerini söyleyemediler. Muhtemelen gök yüzünde şimşek gibi bir ışık görmüşlerdi. Belki bombalar oradaydı. Bombalar gerilerde bıraktıkları uyuyan şehrin üzerine düşüyordu. Jetler hedeflerini bulun, uçaklar saatte beş bin mil hızla uzaklaşırken savaş, otların üzerinde dolaşan bîr orağın hışırtısı gibi son bulacaktı. Bir kere bombalan tutan kol hareket etti mi her şey bir anda biti-veriyordu. Bombaların yere düşmesinden önce düşman uçakları ufkum diğer ucunda gözden kayboluyordu. Üç saniye. Dünya tarihine şimdiye kadar geçmemiş bir hızla biten savaş.
Buna inanılamazdı. Sadece bir hareket olarak nitelendirilebilirdi. Montag uzakta kalan şehrin üzerindeki demir yumruğu görüyordu. Bunun peşinden, Jetlerin ıslıklarını duyacağını da biliyordu. «Taş taş üstünde bırakmayın», emri...
Montag, bombaları zihnen bir saniye kadar gökyüzünde tuttu. Ellerini çaresizlik içinde uzatmıştı.
Faber'e, Clarisse'e:
— Kaçın!, diye haykırdı. Kaçın! Milrîred'e:
— Çık, oradan çık!, diye bağırdı.
Fakat, Clarisse'in öldüğünü hatırladı. Faber'de beş otobüsüyle şehrin çok uzaklarında olmalıydı. Otobüs-
— 146 —
Ün gideceği bir yer kalnnayacaktı. Diğer şehirler de bir -demir yığını haline gelecekti.
Mildred...
Durma, koç!
Mildred'i, üstüne bomba düşmek üzere olan bir otel odasında gördü. Onun duavarlardaki ekranlara hayran hayran baktığını düşündü. Mildred, ekranların renkli ışıkları arasında eriyip kayboluyordu.
tik bomba düştü.
— Mildred!
Muhtemelen ilk yıkılan bina televizyon merkezi olacaktı.
Montag, yüzükoyun düşerken Miîlie'nin korkudan kısılmış yüzünü görür gibi oldu. Üzerlerinde büyük ekranlar bulunan duvarlar Mildred'in üstüne doğru kapanıyor* du. Bütün bina üzerine yıkılıyordu. Mildred, korkuyla haykırıyordu.
Hatırlıyorum, Montag yere yapıştı. Hatırlıyorum, Chicago. Uzun zaman oluyor. Miîlie ve ben. Tanıştığımla yer Chicago'ydu. Chicago. Anadan çok uzun zaman geçti.
**
Hava basıncı nehri altüst etti. Kıyıdaki adamları rüzgâra kapılmış yapraklar gibi savurdu. Sular fıskiye gibi yükseldi. Toz bulutu gözleri kör edercesine kalındı. Montag, yattığı yerde mümkün olduğu kadar büzüldü ve gözlerini yumdu. Bir kere gözlerini kırpıştırdı. îşte bu arada şehri gördü. Koca şehir bomba iîe yer değiştirmiş, bombanın yerine havaya fırlamıştı. Birbirlerinin yerini almışlardı. Şehir, bir demir yığını halinde havada asıla kaldı, sonra tekrar yere doğru kaydı.
Ölümün sesi çok sonra duyuldu.
** — 147 —
Montag, gözleri toza bulanmış olarak yatarken aklına başka bir şey daha geldi. Hatırlıyorum, diye düşücıdü. Hatırladığım nedir? Evet, evet, din kitabının bir kısmını hatırlıyorum. Çabuk, unutmadan önce kafana iyice yerleştir. Titreyen toprağ;n üzerinde yatarken bunları düşünüyordu.
Bil' ses:
— Oldu, dedi.
Adamlar, çimenlerin üzerine serpilmiş bahMar gibi zorlukla nefes almayu çalışıyorlardı. Hepsi sıkı sıkı yere yapışmıştı. Parmaklarını toprağa geçirmeye çalışıyorlar-mış gibi ellerini germişlerdi. Montag da onlarla beraber haykırıyordu. Fakat sesleri şiddetli rüzgârım altında duyulmuyordu.
Montag» büyük toz bulutunun dünyaları üzerine çöküşünü seyretti. Sanki toz taneciklerini açıkça görüyor muş gibiydi. Toz bulutuyla beraber sessizlik de dünya üzerine çöküyordu.
Montag nehire baktı.
Nehrin üzerinde gideciğiz,
Eöki raylara baktı.
Ya da karayolunu takip edeceğiz.
Ya da karayolunu takip ederek yürüyeceğiz. Artık bol bol vaktimiz olacak. Şimdi yürümeye başlayacak ve dünyanın halini göreceğiz. Şimdi her şeyi görmek istiyorum. Bir gün dünyaya sıkı sıkı sarılacak, ve bir daha elimden bırakmayacağım. Şimdi bir parmağımı üserine bastım. Bu sadece bir başlangıç olacak.
Rüzgâr birden kesildi.
Diğer adamlar uykudaymış gibi yatıyorlardı. Bir müddet daha yattıkları yerde kaldılar. Tozla dolmuş göz-
— 148 —
îerini kırpıştırıp duruyrplardı, Nefes alışlarının, soluklarının sesini duymak bile mümkün olabiliyordu.
Montag kalkıp oturdu.
Ama yerinden kımıldamamiştı.
Diğerleri de onu taklit etüler. Güneş kızıl bir dudak gibi, simsiyah ufkun kenarından belirmek üzereydi. Hava buz gibiydi ve gelecek yağmurun kokusunu tsgıyordu.
Granger, yerinden kalkıp kollarım ve bacaklarını oğuşturdu. Nehrin kenarına kadar koşarak nehir boyunca baktı.
Çok uzun zaman sonra:
— Dümdüz ,dedi. Şehir kum tepesine dönmüş. Yerle bir olmuş.
Ve bu sözlerinden çok uzun zaman sonra:
— Acaba kaç kişi bunun böyle olacağını biliyordu?, dedi. Acaba kaç kişi hayretle karşıladı?
Montag, dünyanın kaç şehri böyle dümdüz oldu?, diye düşündü. Ve bizim ülkemizde kaç şehir? Yüzlerce mi, binlerce mi?
Birisi, bir kibrit çakarak küçük bir kâğıt parçacını tutuşturup kuru dalların altına soktu. Kısa bir süre sonra küçük kuru <3al parçalarını atarak ateşi kuvvetlendirdi. Ateşin üzerine eğildikleri zaman soluk güneş enselerini aydınlatıyordu.
Granger, içinde kuru et bulunan bir bezi açtı.
¦— Biraz yiyelim, dedi. Sonra nehrin yukarısına doğru yolumuza devam ederiz. O taraflarda bize ihtiyaçları olacak.
Birisi tavaya benzer bir kap çıkardı ve ateşin üstüne oturttu.. Bir dakika sonra kuru et tavada oynuyor ve kokusunu etrafa saçıyordu. Ateşin çevresinde oturan adamlar gözlerini ateşe dikmiş kımıldamadan duruyorlardı.
— 149 —
Granger ateşe bakarak:
— Efsanevî bir kuş, dedi.
— Ne?
<— îsanm doğuşundan önce yandıktan sonra tekrar kendi külünden vücut bulan efsanevî bir kuş. Bu kuş zaman zaman kendisini ateşte yakarmış. İnsan oğlunun ilk benreri. Ateşte yanıp kül olduktan sonra birden alevlerin arasından tekrar fırlar hayat bulurmuş. Biz de şimdi aynı şeyi yapar görünüyoruz. Fakat bu kuşun sahip olmadığı bir şeye biz sahibiz. Yaptığımız şeyin saçmalığını kavrayabiliyoruz. Binlerce yıllardan beri yaptıklarımızı biliyoruz. Bunu hatırlayan inasnlar da bu dünyada yaşıyor, bunu hiç unutmamak gerekir.
Granger, tavayı ateşin üstünden aldı. Soğuduktan eonra sesizce yediler.
Granger:
— Haydi, yolcu yolunda gerek, dedi. Şu düşünceyi kafanızdan silmeyin: Önemli değilsiniz. Hiç bir şey değilsiniz. Taşıdığımız yükün bir gün başkalarına yararlı olacağını düşünmelisiniz. Kitapları elimizde bile tutmuş olsak, onların yazdı!/[arından yararlanmaya çalışmamıştık. Ölümü her zaman tahkir etmeye devam ettik. Daima bizden cace ölenlerin mezarlarını çiğneyerek geçtik. Gelecek hafta yalnız kalmış bir yığın insanla karşılaşacağız. Bu belki aylarca» yıllarca böyle devam edecek. Ve bize ne yaptığımızı soracak olurlarsa, onlara sadece hatırlamakla uğraştığımıza söyleyeceğiz, fete bizim kazancımız bu olacak. Bir gün gelecek bildiklerimiz öylesine çoğalacak ki yep yeni bir dünya kunacağız. Büyük bir çukur kazarak savaşı gömeceğiz. Sulh içinde yaşayacağız. Haydi gelin... önce bir ayna fabrikası kuracağız. Yaptığımız aynalarda bol bol kendimizi seyredeceğiz.
Yemeklerini bitirdikten eonra ateşi söndürdüler. Gü~
— t50 —
neş ışığını biraz daha kuvvetlendirmiş gibi görünüyordu. Kuşlar ağaçlarda neşeli neşeli ötüşüyordu.
Montag yürümeye b&şladı, fakat bir dakika sonra diğerlerinin geride kaldıklarını/ Kuzeye doğru yöneldiklerini gördü. GrangerMn geçmesi için kenara çekÜdiği zaman Granger, başıyla gelmesini işaret etti.
Montag yine başa geçti. Nehir e, göğe ve paslı demiryoluna baktı. İlerde çiftlikler vardı ve şehirden kaçan insanlarla doluydu. Belki sonra yine buralarda yalnız bağına yürüyecekti. İnsanlara rastlayıncaya kadar da durmayacaktı.
Fakat şimdi öğleye kadar uzun bir sabah yürüyüşü vardı. Eğer adamlar konuşmuyorlarsa düşünecek şeyleri var demekti. Aynı zamanda hatırlayacak şeyleri de vardı. Belki güneş biraz daha yükselip, sırtlarını ısıttığı zaman konuşmaya başlayacaklardı. Yâ da hatırladıklarını tekrarlayacaklardı. Montag, hafif konuşmalar duydu. Sıra kendisine geldiği zaman söyleyeceği ne vardı? Böyle bir günde onlara ne (söyleyebilirdi? Her kelimenin bile mevsimi vardı. Evet Tahrip etmenin ve tekrar yapmanın da bir zamanı vardı. Evet. Susmanın ve konuşmanın da zamanı vardı. Evet, hepsi bu. Başka? Başka ne var? Bir şey...
Bir şey daha var...
Ve nehrin iki kıyısında da hayat ağacı vardı. Dalların-ad on iki hayat meyvesi sarkıyordu. Ağaç har yıl aynı meyveyi veriyordu. Ve ağacın yapraklan, kendisini, tedavi etmeye çalışan ulunsun yaralarıydı,
Montag ,evet, diye düşündü, öğleye bunu söyleyeceğim. Öğle...
Şehir e ulaştığımız zamatn.
SON...

0 yorum:

Yorum Gönder